#HasanHüseyinKorkmazgil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#HasanHüseyinKorkmazgil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Şubat 2022 Salı

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Ressamın Bıldırcınları


Arka Kapak:
*
Hayatınıza aniden giren bir hayvanla sıcacık, eğlenceli bir dostluk yaşama şansınız oldu mu hiç.? Büyük bir kentte yapayalnız yaşayan ressam böyle bir dostluğa adım attığında başına gelenlerden habersizdi elbette.
Hasan Hüseyin'in kaleminden hayvan sevgisinin ve dostluğun gerçek anlamının ne olduğuna bir kez daha tanık olacaksınız..

29 Ocak 2022 Cumartesi

Hasan Hüseyin Korkmazgil - ÖHHÖÖÖ.!


Arka Kapak:

*
''ÖHHÖÖÖ''de okuyacağınız hikâyeler, HÜSEYİN KORKMAZGİL'in çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış hikâyelerinin bir bölüğüdür.
Yazdığı gibi yaşayan ve yaşadığı gibi yazan HÜSEYİN KORKMAZGİL, ''en büyük düşmanım kalleşlik, döneklik, şarklı kurnazlığı ve emeğe saygısızlıktır. Her çağ, her dönem başka gülmüştür. Ama ben, öfkenin kahkahasını yakalamaya çalışıyorum. Çünkü yaşadığımız, sessiz bir öfkeden başka bir şey değildir. Sessiz ve sürekli bir öfke.! Bu öfkeden neler doğacağını zaman gösterecektir. Mizahçı, kralın soytarısı değildir.! Gerçekçi olmak zorundayız. Yazarı, sanatçısı, düşünürü kaytaran ülkeden hayır gelmez.! Benim namus anlayışımı emek belirler'' demektedir.


ŞAH KARMASI:
*
''Biri çalışıyordu, çalışıyordu, çalışıyordu ve hep çalışıyordu yani. Öteki hep çalışmıyordu, çalışmıyordu, çalışmıyordu ve hiç çalışmıyordu yani. Ama, gene de artıyordu tarlaları ve apartımanları ve de senatörlüğü. Ama, birinci ötekinin hiçbir şeyi artmıyordu, derdinden başka.'' (Sayfa: 19)
*
PİS GUMONİS.!
*
''Gumonisler evlenmezlermiş, bunu bana bir pulis söylediydi vaktiyle. Derdi ki bana, nerde ciddi, akıllı, kimseye uymayan birini görürsen, şüphelen ondan. Yalan mı söylüyor pulis. Senelerce ekmek yemiş bu zenaatten..'' (..) ''Geçenlerde marangoz geldi evine, akşama kadar çalıştı. Hesap görmeye gelince, çıkardı otuz kâat verdi marangoza. ''Çok verdin Irza efendi,'' dedim, ''marangozun günlüğü on beş kâattır.'' Ters ters baktı yüzüme, ne dese beğenirsin.? ''Ben piyasaya göre vermedim, emeğine göre verdim.!'' Ne demek bu laf.? Ben anlarım arkadaş.! Bu laf tam gumonisce bir laf.!'' (Sayfa: 80)
*
''Geçen gün dedim ki, Irza bey dedim, kızlar on bine, yirmi bine gidiyor; otuz bini denkleştir de bir kız da sana alalım dedim. Ne var şu sözde.? Hak doğrusuna bir söz.. Velakin, bana ne cevap verdi biliyor musun.? ''Ben bir inekle yatmam muhtar efendi'' dedi. ''Ben evlenirsem insan evladıynan evlenirim'' dedi. Bu ne demek.?'' (Sayfa: 81)
*
LESSE LÜP LÜP, LESSE CUP CUP:
*
''..yani memleketin durumu ne tam sağa, ne tam sola gitmeye elverişlidir. Biz ortadan gitmek zorundayız. Liberalizm kolay yoldur. Sosyalizm de kolaydır. Biz Türk milleti olarak, hiçbir zaman kolayı tercih edemeyiz. Bizim tarihimiz ve geleneklerimiz daima en güç yolu seçmemizi emreder. Binaenaleyh, biz orta yolu, yani en güç yolu seçmiş bulunuyoruz. Mister Kennedy der ki, orta yolda güç yürünür.
Yazar atıldı:
- Şu orta yolu açıkça tanımlar mısınız beyefendi.? Ayak yolu gibi bir şey mi bu.? Hani, sıkışınca gidilen.?'' (Sayfa: 105)

28 Ocak 2022 Cuma

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Ormanın Öcü

 

''bulutu yok yağmuru yok yeli yok
kalmış vatan çırılçıplak.!
ne bakıp durursunuz bre gözsüzler
ne söylenip durursunuz bre dilsizler
---ormanı yakan alçak
---bulutu yakan deyyus
-----gezip durur sokakta
yapışın yakasına.!'' (Sayfa: 31)
*
''Köyü ele geçirmek isteyen bir bey varmış. On yıl uğraşmış, başaramamış. Bir bezirgân çıkagelmiş bir gün, demiş ki beye: 'Köyü ele geçirmek istiyorsan, ormandan başla. Orman gitti, köy bitti.!'..'' (Sayfa: 40)
*
''Bir ay böyle geçmiş. Binlerce ağaç kesilmiş. Çatalçeşme köylüleri bundan ne çıkacağını anlamamışlar. Ormandan odun kesmek yasak değilmiş ki.! Tanrı'nın ormanına kim ne karışır.? Bir ay sonra bey, köylülere şöyle demiş: 'Daha çok altın kazanmak istiyorsanız, böyle yorulmanıza gerek yok. Kim bir dönüm orman yakarsa, ona beş altın veririm.!'..'' (Sayfa: 43)
*
''Sen ormana acımazsan, behey sersem, orman sana acır mı.? Sen ormanı yakıp yıkarsan, orman seni yakıp yıkmaz mı.? Yıkar, yıkar. Hem de tozunu göğe savurur senin.!'' (Sayfa: 46)
*
''Ormanları yok edenlerin yakasına yapışın çocuklar.! Yapışmazsanız, gün gelir, açlıktan ölür bu ülke.'' (Sayfa: 48)

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Eşeğin Gözyaşları


Arka Kapak:

*
Ali, Ayşe ve arkadaşlarının eğlenceli başlayan piknikleri, düşüncesizce yapılan bir hareket yüzünden az kalsın kâbusa dönüyordu. Nasıl mı.? Tabii ki eşekarıları yüzünden

Ama eşekarıları sebepsiz yere saldırırlar mı.? 

Peki eşekler ağlar mı.?

9 Ocak 2022 Pazar

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Aşıcı Baba


 ''İnsanoğlunun yuva değiştirmesi zordur. Bu acıya katlanmak kolay değildir. Bunu iyi bilirim komşum.! Kuşlara benzemeyiz biz, böceklere benzemeyiz. Belki ağaçlara, otlara benzeriz.! Toprağımızdan koparıldık mı, her toprağa kök salamayız.'' (Sayfa: 6)

*
''Ağaçları aşılamak, çocukları okula göndermek gibi bir şey.'' (Sayfa: 24)
*
''Bilim diyordu ki, ağaçları eğitmek, güzelleştirmek için aşı gereklidir.! Denedik ve başardık.'' (Sayfa: 31)
*
''Bu işin gizi de yok, duası da, büyüsü de, ilacı da.! Diyorum ya; ağacı seveceksin, sevgiyle yaklaşacaksın ona. Yaprak açan, çiçeklenip meyve veren, her yaprağı ayrı bir ezgi çıkaran bir canlıdır ağaç. O anlamaz mı dostunu düşmanını.!'' (Sayfa: 43)

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Becerikli Çocuğun Düşleri


 Arka Kapak:

*
Derviş, yoksul bir köy çocuğu. Erdem, kaymakamın oğlu. Derviş, Erdem'in renk renk, ışıl ışıl oyuncaklarına imrenirken Erdem ise Derviş'in, ağaçtan-taştan ürettiği oyuncaklarına, okul araç-gereçlerine ve bu konudaki becerisine hayranlık duyuyor. Bu iki çocuğun arkadaşlığı, onlara olduğu kadar size de pek çok şey öğretecek.
*
*
''Ne trene binmişti, ne vapura, ne motora ve ne de kayığa.. Denizi hiç görmemişti.
''Denizin suyu bardakta da mavi midir.?'' diye soru.
Kahkahalarla güldü Erdem:
''Yok be.! Çok derin olduğu için öyle görünüyor. Denizin suyu da içtiğimiz şu sular gibidir.''
Derviş gözlerini kırpıştırarak baktı Erdem'in yüzüne:
''Peki ama, tuzlu suyun içinde nasıl yaşıyor balıklar.? Ölmüyor mu.?''..'' (Sayfa: 27-28)
*
Kitap yorumum
*
Bedrettin Cömert, Eleştiriye Beş Kala Kitabı'nda der ki:
*
''Sanat her zaman ince bir iştir, zor bir iştir, zihnin ve hayal gücünün damıta damıta ortaya koyduğu bir üründür. Burada kaba anlamda halka inmek de söz konusu değildir. Emekçi halktan gelen, onunla kan dolaşımını kesmemiş bir sanatçı, belki dolaylı olarak, ama mutlaka o halka seslenecektir. Halk, en yüksek nitelikte saydam bir demir haline dönüşmüş sesini mutlaka tanıyacaktır. Nasıl tanımaz kendi sesini.?'' (Sayfa: 140)
*
''Emekçi sınıf kendi sanatını kendisi yapacaktır. Korkmazgil'in bir benzetmesini kullanayım: Küçük burjuvaziden gelen sanatçı veya aydınla, gerçekten emekçi sınıflardan gelen sanatçı veya aydın arasındaki fark, birinin damat, ötekinin evlât olduğudur.'' (Sayfa: 141)
*
Şiirleri zaten tartışmasızdır Hasan Hüseyin'in.. Made İn Turkey Kitabı'nı okumuştum. Öykülerinde de, özellikle yerel ve mizahi diliyle beni büyülemişti. Şimdi çocuk (!) kitabı. Arka kapakta da dendiği gibi, büyüklere de söylediği çok şey var Büyük Ozan'ın. Bu toprakların özbeöz evlâdına selâm olsun.

16 Eylül 2020 Çarşamba

Hasan Hüseyin Kormazgil - Made in Turkey

 

*
Kitaptaki İTİN AĞASI adlı öykünün başına eklenmiş olan İTİN AĞASI ADLI ÖYKÜNÜN SOSYO-POLİTİK VE EKONOMİK PEK ÇOK İLGİNÇ ÖYKÜSÜ başlıklı yazı hakkında yazar, şöyle demektedir:
''İTİN AĞASI'' adlı öykü, gerek basında, gerekse Parlamentoda büyük gürültülere yol açmıştır. Bu gürültü, yıllarca sürmüştür. Bence, bu öykünün öyküsü, asıl öyküden daha da ilginçtir. Vaktiyle, Aziz Nesin'in yönettiği Zübük adlı gazetede yayımlanmış olan bu öyküden devrimci öğretmenlerin güç almağa çalışması, bugünkü toplumsal düzenden çıkarı bulunan kişi ve çevreleri dehşetli ürkütmüştür. Milliyetçiliğin, vatanseverliğin, köy sevgisinin ,köyü ve köylüyü bugünkü durumuyla sevmek demek olduğunu sananlar, İTİN AĞASI adlı öykünün anlatmak istediklerinden korkuya kapılmışlardır. Bunlar, elbette ki, balını yemesini bilmedikleri arıyı, iğnesinden ötürü öldürmeğe kalkışanlardır. Öyküdeki köylü Cemal Ağa ile 27 Mayıs'ın lideri Cemal Gürsel'i yanyana getirerek çirkin sonuçlar çıkaranlar ve bu sonuçları, biz devrimcileri sindirmek için bir silah gibi kullananlar, bu ülkeye, bu emekçi halka, en az, işbirlikçi dediklerimiz, faşist dediklerimiz, gerici dediklerimiz kadar zararlı olmaktadırlar. Bu kişileri kendi sözleri ve eylemleriyle yakalarından tutup ışığa çıkarmak, biz devrimcilerin görevimizdir. Ne çekiyorsak, bu ''bölmeli kafalar''dan çekiyoruz. İTİN AĞASI ADLI ÖYKÜNÜN ÖYKÜSÜ, bence, bu bakımdan çok ilginçtir. O yazıda herkes, okur karşısına kendi yüzü, kendi kimliğiyle çıkmaktadır. Devrimci öğretmenin çevresinde küçük bir köy kesiti niteliği taşıyan minicik bir öykünün başında yaratılan ve yıllarca süren gürültünün basına yansımış olan birazını aldım ve öykünün başına koydum. Bu kadarı bile, kimlerle savaşılması gerektiğini gösterir kanısındayım.''
AĞLAMA DUVARI adlı yazısının kitaba niçin alındığı konusunda da Korkmazgil şöyle demektedir:
''AĞLAMA DUVARI, elbette ki, alışılmış öykülerden değildir. Buna, ilk bakışta, öykü demek bile güçtür. Peki ama, öykü nedir.? 1967 başında Dost dergisinde yayımlanmış olan, bir gerçeği ortaya çıkarmağa çalıştığı gibi, bol bol da kahkahaya yol açan bu yazının bu kitaba girmesini ve okura ulaşmasını yararlı buldum. AĞLAMA DUVARI'na öykü değil demek hiçbir anlam taşımaz. Bence, bu konu çevresinde edilmiş bir takım sözleri eğlenceli bir dille eleştirirken, birtakım gerçekleri de altanalta söylemeğe, belirtmeğe çalışan, geliştirmeği çok istediğim bir öykü türüdür bu. Edebiyatımızda pek örneği yoktur sanıyorum. Kimilerinin ''mizah şaheseri'' dediği bu yazıyı kitaba alırken, yazının ilk yayımlandığı Ocak 1967'de olduğu gibi, birtakım kimselerin düşmanca davranışlarıyla yeniden karşılaşacağımı da iyi biliyorum.'' (Sayfa: 5-7)
*****
*
''Öküzün ağaçtan inmesi lâzım.! Öküz ağaçta kaldıkça, hiçbir şeyin düzelmesi mümkün değil. Fakat inmiyor öküz. Daha doğrusu inemiyor. Çünkü, ağaca çıkmakla ağaçtan inmenin koşulları başka başkadır. Kolay çıkılır da, güç inilir..'' 
(Sayfa: 13)
*****
''İTİN AĞASI'' ADLI ÖYKÜNÜN SOSYO-POLİTİK VE EKONOMİK PEK ÇOK İLGİNÇ ÖYKÜSÜ
*
''İtin Ağası'', 26 Kasım 1962 gün ve 43 sayılı Zübük'te yayımlandı. Arı-duru, dümdüz; köylünün okutulmasını, eğitilmesini istemiyenleri hafif-tertip yeren bir mizah öyküsüdür. ''İtin Ağası'', bilindiği gibi, ''aristokrat it'', ''ağa it'', ''kalantor it'', yani kısaca ''itoğluit'' demektir. Başkaca bir anlamı yoktur.
''İtin Ağası'' adlı öyküyü, okul ve eğitimle ilgili olduğu için, bir kız sanat enstitüsü öğretmeni monolog haline getirmiş ve okulun yılsonu müsamerisinde öğrencilere okutmak istemiştir. İstemiştir ama, ''General Bir'' adında bir general, müsamerenin ortasında fırlayıp ayağa, ''Olamaaz.! Bizi it yerine koyuyor bu komünist!'' diye bağırmıştır. Ortalık karışmıştır. (Sayfa: 18)
*****
*
- Boşversene bre Muhtar'' dedim, ''kılıma dokunamazlar onlar benim.! Sayit Ağa dediğin de kim.! Ben buraya yarının gençlerini yetiştirmeğe geldim. Ne yapabilirler bana.?''
Muhtar, ''vay yavrum vay.!'' der gibi güldü.
- ''Başka ne kellesi asabilirler kapıma.?''
- ''Asarlar Hocam.. Onlar asacak kelle bulurlar. Belki de benim kellemi asarlar ve de heç biriniz birşey yapamazsınız. Köylünün, her derdini sana danışmaya gelmesi, köylünün seninle yağlıballı olması bu herifleri gudurtuyor. Köylü senden yana gaydıkça forsları gırılıyor bu heriflerin. Seni burdan gaçırtmak için ellerinden gelen melâneti yapacaklar, bak görürsün; Muhtar bana dediydi, dersin..'' (Sayfa: 35)
*****
O gün köy çalkalandı: Öğretmen, Camal Ağanın itini dövmüş.!
Birkaç kişi gizlice kutladı beni, bu üstün başarımdan, yiğitliğimden ötürü.
Sonra.. Evet sonra, teneke bağladılar Camal Ağanın itinin kuyruğuna. Fakat bunun acısını ben çektim.
Maaş almak için ilçeye inmiştim. ''Kaymakam seninle görüşmek istiyor'' dediler. Vardım yanına. Kapıdan girer-girmez ilk sözü,
- ''Gel bakalım itçi öğretmen..'' oldu.
Hiç düşünmeden,
- ''Sayenizde..'' deyivermişim.
Ağzımdan çıkan ilk ve son söz bu oldu.. Meğer gırtlağına dek doluymuş bizi beyefendi; açtı ağzını, yumdu gözünü, üfürdü de üfürdü:
- ''Senin bu yaptığın öğretmenlik değil.! Sen bu mesleğe leke getiriyorsun.! Öğretmen demek, geleneklere, göreneklere, ağaya, eşrafa saygılı kişi demektir. Gittiğin yerin büyüklerini saymak zorundasın. Bu, bizim vazifemizdir. Milliyetçilik, vatanseverlik budur.! Üçpınar köyü demek, Cemal Ağa demektir. Cemal Ağanın atına da, itine de, eşeğine de dokunamazsın.! Saygı duymak gerek. Çünkü efendim, oranın eşrafı odur. Cemal Ağanın itine taş atmak, Cemal Ağanın şahsına taş atmaktır ki, ne haddimize.! Hele de senin ne haddine.! Köylüyü Cemal Ağaya karşı kışkırtmak, saygısızlığa teşvik etmek senin ne haddine, a efendi.! Milliyetçi bir öğretmen, ağanın itini ağanın şahsı sayıp, ona hürmet eden öğretmendir. Bizler âdet ve erkân bilen kimseleriz. Ben şimdi nasıl bakarım Cemal Ağanın yüzüne.? Ondan sonra da durmadan şikâyet: Efendim bu köy, efendim şu köy.. Efendim huzursuzum, efendim canım tehlikede.. Tabii olur.! Ciddiyetini ve vekarını muhafaza etmeyen bir kimse..
Keltepe öğretmeni defolup gitmiş. Seni oraya aldırtacağım. Cemal Ağanın köyünde duramazsın sen artık.!''
(Sayfa: 39-40)
*****
*
''İnan ossun Irıza, devletin tiyatorusu didiklerinden heç bişiy ağnamadım. İş yok. Asıl oyuncu gızlar, kemanici erkekler salunda oturuyollar, senin benim gibi zavallı köylüler de acayip gılıklar içinde şanoya çıkmış, yırtınıp duruyollar. Ne didikleri didik, ne de çaldıkları düdük.. Heçbiri bizimkine benzemiyo. Ne ağnadım ben bu işden.? Emme, fırsat buldukça getmek isdiyom devletin tiyatorusuna. O kürklü börklü, o cıbıl sırtlı miski amber gokulu garılar şanoya bakarkene, ben de çaktırmadan gendilerine bakıyom.'' (Sayfa: 53)
*****
*
''Asfaltta eksi 20 derece soğuk vardı. Asfaltta, kadife otomobiller içinde dünyanın en yumuşak, en kalın, en parlak kürkleri vardı. Üşüyorlardı. Kürkler üşüyorlardı. En pahalı, en yumuşak, en kalın kürkler üşüyorlardı. Asfaltta yedi, sekiz, dokuz, on, onbeş yaşlarında, yalınayak çocuklar vardı. Birer ayakları durmadan gökyüzündeydi. Onlar da üşüyorlardı. Oysa, ''ayağını sıcak tut, başını serin'' demişlerdi atalar. Demek ki, ayak sıcak tutulmayınca baş serin olmuyordu. Yani, mutmeşcumdem.'' (Mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet, demokrasi) (Sayfa: 55)
*****
''(Koltuk, oturanındır; estâfurullah ise çekenin.. Yani, ters yoruma yer vermemek için şöyle demek gerekir: koltuk, onun üzerinde oturanındır, estâfurullah ise estâfurullah diyenin. Buradan mülkiyet sorunları çıkar ortaya. Örneğin; toprak, onu işleyenindir, vb.)'' (Sayfa: 56)
*****
''..Sosyalizmi sokaktaki amelenin kafasına göre anladığımız taktirde, bizlerin, yani münevverlerin durumu ve itibarı ne olacak.? Sosyalizmi bizler, ana kaynaklarından okuyoruz evlâdım. Almanca bilir misin sen.? Bilmezsin. Fransızca.? Bilmezsin. İngilizce.? Bilmezsin. Gördün mü ya.! Halbuki benim oğlan onbeşinde ve mükemmel almanca, ingilizce konuşuyor.'' (Sayfa: 62)
*****
Birinci koltuktaki:
- ''Marks der ki..''
Derin bir susuş.
Genç adamın gözü pencereden caddeye kaydı:
- ''Yürüyorlar..''
- ''Kimler.?''
- ''İşçiler.!''
Caddede, başı-sonu belirsiz bir işçi kalabalığı vardı. Ve ellerinde pankartlar.. Pankartlarda şöyle yazıyordu:: ''Sömürüye paydos.!'', ''İnsanca yaşamak istiyoruz.!'', ''Sosyal adalet.'', ''Emek bizden, yemek onlardan'', ''Hakkımızı koruyacağız'', ''Kahrolsun emperyalizm.!''
Camlı masadaki:
- ''Sokak sosyalistleri..''
Kahveci:
- ''Serseri takımı..''
Özel şoförlerden biri:
- ''Maskaralar..''
Özel şoförlerden bir başkası:
- ''Ah.!''
Özel şoförlerden daha bir başkası:
- ''Aslan gibi yürüyorlar.!''
Genç adam, kapıyı çekip çıktı:
- ''Gidinin eyyamcıları.!'' (Sayfa: 64)
GECELERDEN BİR GECE:
*
Kaygulandığımı gören karım,
- ''Biraz gerçekçi olsana Murat'' dedi. ''Herkeslere benzer miyiz biz.? Evde bebek var. Çocukları kime bırakır da nereye gideriz.? Yakarız sobamızı, otururuz çevresine, başbaşa geçiririz geceyi. Radyodan birşeyler dinleriz; çocuklar biraz oynaşır uyurlar; bir de birşeyler okuruz. Sanki, öteki gecelerden başka bir gece mi bu.? İşte Vietnam, işte Cezayir, işte Yunanistan, işte Bolivya, işte Ortadoğu.. Dünyanın her yanında insanlar kanlarını akıtırken biz burada nasıl güleriz, nasıl eğleniriz.? (..)
Karım böyle der de, ben nasıl gerçekçi olmam.? Onun evrensel yüreği önünde saygıyla iğildim. (Sayfa: 103)
*****
- ''Hadi canım, bırakalım şunu.!''
Karım birden sinirlendi:
- ''Aaa, ne demek o, Murat.? Bu gidişle hiçbir şey okuyamayız biz.! Hiç değilse şunu bitirelim bu gece..''
- ''Ama yavrucuğum, uyuyoruz ikimiz de..''
- ''Sen uyuyorsun ama, ben uyumuyorum. Hadi, istersen uzan sen şöyle.? Saat kaç.? Ooo 24'e geliyor.. Demek, biraz sonra yeni yıla giriyoruz ha.?''
Tam ağzımı açıyordum ki bebek ''Cüüüt.!'' diye doğruldu yatağında. Artık ne Cornfort kalmıştı, ne de yeni yıl. Hatice, önceden hazırladığı süt bardağını bebeğin ağzına dayadı.
Kitap, atılmışlığın öfkesiyle bakıyordu bize.
- ''İşte bu'' dedim, ''hepsi bu.! Bütün şu okuduklarımız, okumak istediklerimiz hep bunun için.! Şu bir bardak sütün var olması veya olmaması.. Bütün namuslu kitaplar, bu bir bardak sütün bu bebeğin hakkı olduğunu ispatlamağa çalışır. Bütün şu kitapları sıkarsın, sıkarsın, bir bardak süt çıkar içinden. Onlar diyorlar ki, bu bir bardak süt, hattâ bütün sütler bizim köpeğimizin hakkı. Biz de diyoruz ki, bu bir bardak süt, hattâ bütün sütler bizim bebeğimizin hakkı. Bütün gürültü bundan çıkıyor.!'' (Sayfa: 109-110)
*****
*
- ''Bu memleket birgün batar be abi.! Dinime allahıma batar.! Şu manzaraya bak allasen.! Ayda üçbin liralık apartmanlarda otur, elli santimden entari giy.. Sabahtan akşama caddelerde sürt, bacak göster, fingirdeş. Taş yağmasın da başımıza n'aapsın yani.? Hökümet ne haltetsin be abi.? 120 bin lira saymışım bu merete.. Bin liraya ayda 500 faiz.. Hem de beş apartımanı var deyyusun, milyoner.. Biz de sabahın köründen gecenin yarısına çile doldurup da sekiz nüfusa bakacağız.. Amerikalı da olmasa dinim hakkı için birbirimizi yeriz.! Şu fakülteli puştları anlamıyorum be abi; ne diye karşı çıkarlar Amerikalılara.?''
Konuşacak halde değildim, fakat..
- ''Amerikalı burda olduğu için sen, bin liraya ayda 500 faiz ödüyorsun aslanım'' dedim.
- ''Onlar gomonistlerin lâfı be abi.. Ben Amerikaya vermiyorum ki parayı, bizim deyyusa veriyorum''
- ''İşte o deyyus dediğin, Amerikalı ile işbirliği yapmış..''
(Sayfa: 117)
*****
*
''Benim anlayışım şu: alevi olsun, sünni olsun; sosyalist olsun, kapitalist olsun.. Yeter ki, kazan sen.! Kazanacağın bir parti olsun da isterse enginar partisi olsun, çay partisi olsun.. Bütün mesele, Meclise girmektir azizim.! Girdikten sonra, hepsi bir. Hadi, şerefe.! İçelim de işlesin şu bizim etkafalar..'' (Sayfa: 139)
*****
*
- ''Demek, öyle..''
- ''Öyle.. Öyle işte.! Evet, öyle.! Var mı bir diyeceğin Apti.? Altı yıl öncesini hatırlasana.! Baban senin açlıktan öldü, hatırlasana.! Sen bugün milyonlarla oynuyorsun, it.! Bense günde onbeş liraya fit. Benim böyle oluşum, senin böyle oluşundan. Nasıl oldu bu iş.? Benden daha mı zekiydin Apti.? Benden daha mı yakışıklıydın.? Benimle şimdi, şuracıkta, helva-ekmek yiyebilir misin Apti.? Benim içtiğim sigarayı içebilir misin.? Bugün yitirsen servetini, yaşıyabilir misin Apti.? İkimiz bir gemide olsak, fırtınaya tutulsak, gemi batsa, kurtulsak, bir adaya çıksak seninle, başka da kimsecikler bulunmasa.. Söyle ulan, söyle Domuz Apti kardeşim, aynı dili konuşabilir miyiz seninle.? Peki, şimdi neden, bir gemide olduğumuzu düşünmüyorsun.? Bu gemi birgün batarsa, diye düşünmüyorsun.? Sen ne hırsız teressin, ulan Apti, Donsuz Apti.!'' (Sayfa: 161)
*****
*
''Ne garip değil mi: pehlivanı pazusu öldürür, şarkıcıyı gırtlağı, şairi hayal gücü, kapitalisti para tutkusu, güzel kadını güzelliği öldürür.. Ne garip değil mi.?'' (Sayfa: 163)
*****
*
''Kitapçı vitrinlerine bakmayı severim. Bir saat önce baktığım vitrine, bir saat sonra, sanki ilk görüyormuşum gibi, durup yeniden bakarım. Biri gelir, yanıma dikilir, kitaplara bakar; onun baktıklarına da bakarım. Kitaplarla insanlar arasındaki alışverişi bulgulamağa çalışırım. Birinin satın aldığı kitaptan, o kimsenin dünyasını kurmağa çalışmak hoşuma gider.'' (Sayfa: 195)
*****
*
Kitabı aldım, merakla açtım kapağını. Şunu yazmıştı:
''Fikret Firfirik adlı enayiye sevgilerimle..
*
R. Blowder''
*
Ağzım bir karış açık:
- ''Nee.! Sen misin bu.? Hadi lan.!''
Yine eşşekçesine güldü.
- ''Enayi.! dedi. ''Altı ayda üçüncü basımını yaptı bu kitap. Başka türlü olsa, olur muydu.? Halkın halk tarafından halk için idaresi, de bakalım, metelik veren olur mu sana.! Oysa ki, demokrasi deyince önüne ilikliyor millet. Alman malı deme bakalım, satabilir misin şu dolmakalemi.! Bu halk ezilmiş be oğlum.! Bu halk yamyassı olmuş.! Kendine güveni kalmamış bu halkın.! Diskoteklerde cıyak cıyak ötüyor bir sürü oğlan ve para kesiyor, parra.! Türkçe söylesin bakalım o cıyaklamaları, metelik veren olur mu.! Ağzını yaya yaya ingilizce söyliyecek ki, sinek kâğıdı gibi üşüşsünler başına. Bu işler böyledir be oğlum.! Blowder diye bir hikâye uydurmıyacaktım da, BENİMKİ elden ele dolaşacaktı, ha.?'' (Sayfa: 200)
*****
*
''Şiir yazar, şiire benzemez. Roman yazar, romana benzemez. Hele müzik, o ayrı hikâye.! Ankara'da -siz, isterseniz, İstanbul da diyebilirsiniz- gece gündüz kaldırım ölçer; burjuva salonlarında egosunu uyutur; burjuva olanaklarından yararlanarak adını yazara, ozana, ressama çıkartır; hiçliğini, sanki bir ölçüymüş gibi, getirip kor ortaya. Ölçü.! Ne ölçüsü be.?
Bir dâvası yoktur, bir kavgası yoktur. 'İnsanlarım' dedikçe mangalda kül koymaz, sıkıyı gördü mü sağdan geri eder. Rahatlığın aslanıdır, gürültünün sıçanı. Bir eli emekçinin cebindedir, bir eli başka çevrelerin havasında.. Celâl Vardar'ın dediği gibi, 'Suya dokunmazmış-sabuna dokunmazmış-Pise bak.'
(..) Ağzının içinde geveler durur birtakım sözleri. Bunların anlaşılması değil, anlaşılmaması önemlidir. Anlaşılırsa hapı yuttu demektir. Zaten sermayesi ne ki.! 'İyi' dersin, 'bunalım. Anladık. Haklısın. Ama, hangi bunalım bu.? Kimin, neyin, nerenin, hangi ülkenin bunalımı bu.?'
Şaşkınlığı kareleşir, kübleşir. Kendini tanımıyor, çevresini tanımıyor ki.! Ne bilsin, kimin, neyin, nerenin bunalımı olduğunu.! Bunalım işte.. Bunalım.. (Sayfa: 204)
*****
''..Türkiye ne Ankara'nın Kızılayından, ne de İstanbul'un İstiklâl Caddesinden ibarettir. Halkımızın durumu işte ortadadır. Verilen savaş bellidir. Her konuda, sessiz veya sesli bir ölüm-kalım savaşı içine girilmiştir. Sanatçının, edebiyatçının toplumda bir yeri, bir görevi varsa eğer, bu görevi yerine getirmenin günü çoktan gelmiştir. Emperyalist ülkelerin şımarık burjuva sanatına özenip, kişisel bunalım ürünlerini bu halkın önüne sanat diye, edebiyat diye sürmenin gereği yoktur.! Yan çizmekse, budur yan çizmek; kaytarmaksa, budur kaytarmak; sorumsuzluksa, budur sorumsuzluk.! Ben sanatçıyım, ben edebiyatçıyım diyen kişi, külahını önüne koyup düşünmeli, Kayacan'ın dediği gibi, yıkılmışsa yıkılmışlığını, yenilmişse yenilmişliğini, ezilmişse ezilmişliğini anlatmalıdır. Meyhane dırdırlarıyla, pastane fiskoslarıyla, ucuz kahramanlık masallarıyla geçirilecek vaktimiz yoktur. Bu halkın sanatçı adı altında, edebiyatçı adı altında birtakım kaytarıkları beslemeğe gücü kalmamıştır artık.''
*
(Bu yazı, DOST dergisinin Ocak 1967 sayısında yayımlanmıştır. Dergi henüz basımevinde iken, bu yazının yazarı Hasan Hüseyin Korkmazgil, ''Kızılırmak'' adlı yapıtından ötürü tutuklanmış ve Ankara Cezaevine konulmuştur.) (Sayfa: 208)

28 Aralık 2019 Cumartesi

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Kavel


Kavel'in Kısa Yaşamöyküsü:
*
''Kavel'', günışığına çıkabilme olanağına kavuşmuş ilk kitabımdır benim. Ondan öncekilerin serüvenlerini ''Koçero Vatan Şiiri'' adlı kitabımın önsözünde kısaca anlatmıştım.
Gerçekte, ilk kitabımın 'Hiroşima' olması gerekirdi. Ne yazık ki 'Hiroşima', Düşün Yayınevi'nde çıkan yangında gitti (1962). Yayımlanmış şiirlerimden oluşturduğum bir kitaptı o, bu yüzden, dosyanın yok olmasını önemsemedim. Oysaki kopyası da yoktu bende.
1963'te, Ataç dergi ve yayınevi yönetmeni Şükran Kurdakul dostumdan bir öneri geldi: kendisinin, Necatigil'in ve benim şiir kitaplarımızı yayımlamayı düşünüyordu.
O günlerde ünlü 'Kavel Grevi'nin destanına çalışıyordum; kimi bölümlerini de yazmıştım. Kurdakul'un önerisi üzerine, destan çalışmamı bir yana ittim. 'Hiroşima'yı yeniden toparlayıp düzenlemeye koyuldum. Adı yine 'Hiroşima' olsun istiyordum.
Kitap bitti. Adını ''Kavel' koyduk.
Şiir kitaplarına çizimler koyma gibi bir alışkanlık vardı o yıllarda. Hem kapağını yapsın, hem de uygun sayfalara çizimler hazırlasın diye, dosyayı ressam Balaban'a yolladım. Balaban, Bursa'nın Secköy'ünde yaşıyordu o yıllarda.
İki ay sonra Balaban'dan bir mektup: ''Kavel'in kapağını ve desenlerini mum ışığında çalışarak, yer yer de çok duygulanarak yaptım, yolluyorum.''
Kapağı ve resimleri, kitapla birlikte İstanbul'a, Şükran Kurdakul'a postaladım.
'63 Kasımında basıldı kitap. Küçük boy, tıkız sayfalı bir kitaptı bu. Tasarladığım kitapla hemen hiç ilgisi yoktu. Balaban'ın dört renkli düşündüğü kapakta yalnızca mavi vardı. Çizimlerden kimileri de konulmamıştı kitaba. Bozuldum.! Çok sevdiğim Kurdakul bunu bana nasıl yapardı.?
Sanatçı alınganlığı işte.!
Ataç Yayınevi'nin parasal sorunlarını filan düşünecek durumda değildim. Üzüldüm ve küstüm Kurdakul'a. Kitabı elime almak istemedim. Oysa kitap sevildi, ilgi gördü, benden habersizce katıldığı 'Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazandı. (1963)
Ekmeğimi gazetecilikten ve gülmece yazarlığından kazanıyordum. Araya yeni kitaplarım ve olaylar girdi, 'Kavel'in yeni basımını düşünmeye vakit bulamadım.
Hem, o yıllarda, yeteri sayıda yayınevi de yoktu.
'Kavel'in ikinci basımını, 1967'de, o günün koşulları içinde, ben kendim yaptım. Çalışmakta olduğum basımevindeki, birikmiş alacaklarımı kurtarmak için bu yolu seçtiğimi belirtmeliyim. Kitaba yeni şiirler eklemiş, belgesel nitelikli bir de yazı koymuştum. Ayrıca, basımevindeki alacaklarıma karşılık 6500 veya 7000 adet bastırmıştım. Bunun yarısını ikinci, yarısını da üçüncü basım olarak düşünüyordum. Çünkü, 1967'lerde, bir şiir kitabı için en iyimser sayı, 3000'di; daha yukarısı düşçülük olurdu. Üstelik, 3000 kitabı, özel ilişkilerle dağıtmak ve tüketmek kolay değildi. Gerçekten de kolay olmadı.! 3000 kitanı beş yılda elden çıkarabildim.
Kitabın üçüncü basımı, Ocak 1972'de yapılabildi. 3000 adet iç hazırdı; bir ressam arkadaşım, üçüncü basım için yeni bir kapak yaptı.
Halkımız der ki: ''Güzelin yazgısı çirkin olur.'' Doğru, demek gerekiyor bu söze. 1963'te 'Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazanmış olan, beğenilmiş, sevilmiş, hakkında çok yazı yazılmış bir yapıt, benim beceriksizliğim, ilgisizliğim yüzünden, okurundan ayrı düşme tehlikesiyle karşı karşıya gelmişti.
1977 Şubatında, kitabı yeni basıma hazırladım. İstiyordum ki,sağlıklı bir basım ve dağıtımla okuruna ulaşsın bu sevdiğim, güvendiğim yapıt. Ne yazık ki, araya yeni yapıtım 'Haziranda Ölmek Zor' girdi, 1977 yılında. Yeni kitaplar, yeni olaylar derken, aradan yine yıllar geçti. Gelin de, ''güzelin yazgısı çirkin olur'' sözüne inanmayın.!
'Kavel'in kısa yaşamöyküsü işte bu.!
Onu, 1982'de kardeşlerinin arasına katıyor, yıllardır yoksun kaldığı havasına suyuna kavuşturuyorum. İnanıyorum ki, ilk basımıyla 'Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazanan bu yapıtım, tez günde okurun eline ulaşacak ve hakkı olan yere oturacaktır.
*
*
*
AYAZDA KABAKÇEKİRDEĞİ
***
yaşayıp yaşlanmadan ölmek bu zübükler arasında
zimmette bir de bayram, yani bayram, yani kucaklaşalım
gözlerine baktıkça silahlar sarkıyor balkonlarımdan
gel ben seni bir öpeyim şu bütün çırılçıplaklığımla
*
bu sokaklar beni böyle, yanpiri yengeç salapurya
bir sabah sürerler ki kapına için çekerse kullan
ah benim sürü yanım çocuk gönlüm kör gözlerim ah
bir şişe rakı patlatmışım dilekçemin altına
*
ben sana kardeş diyorum sen hep hitlerini kullanıyorsun
bilirim mor gecelerini rasputin şamdanları
bu çelenk senin için yalnız senin için bu kanlı bebek
ola ki mermer konuşa inciler oynaşa tabaklarında
*
hep sonbahar olunuyor unutulmuş istasyonlarda
hep yorgun günaydınlar, nedense hep hacıderviş
artık sevişmek de kesik - ya biz nasıl buluruz ellerimizi
uy allah, uy koca allah, kürk verip don vermeyen allah
*
oysa ben it de değilim ekmek fırınlarında bile değil
ölüsü kokmuş korkuluğun ben hâlâ uyruk kuyruk
ulan nesıl da harcıyorlar adamın tekesini
toplum kahretsin topunu bu rezil sivri külahlılar
*
tesbihli devrimböceği geri geri tümdengelim
ne yalanlar gelip geçti bu güneşin önünden hey
ayılar inlerine kuşlar yuvalarına, ya ben hangi yıldıza hey
bit öldü bitsiz kaldı bereketli yoksulluğumuz
*
bir porsiyon demokrasi newyorkun çarşısından
oturmuş bitlis dağına oruç tutar bizimki
alicengiz fabrikası guguklu berber aynası
diyalektik yangeldizm nasyonal ebemgümeci
*
ben gayrı türkü söylüyorum tepelenmiş gecelerimde
yıldızlardan söylüyorum, pireli bahar güneşlerinden
bir de kız seviyorum sesimin en yanık ortasında
*
sosyal adalet içip sokaklara seriliyorum (Sayfa: 17-20)
#HasanHüseyinKorkmazgil #Kavel
YEDİ ÇATALLI KAZIK
*
üçüncü mevki yolcusuyduk
üç kişiydik
üçümüz de
şehvetle köylü cıgarası içiyorduk
*
biri bendim
biri istanbul'u merakım
----------biri iş derdi.
*
üç gün üç geceden sonra üçümüz
----------haydarpaşa deyip durduk
haydarpaşa'da bir tren durdu
pişmanlığa benzer bir tren durdu
gözlerimiz bizden yana değil artık
----------yağlıboya bir istanbul, çıldırasıya.!
(..)
yaşamak deyip kör topal bir dünya yaratmışız
sapıtıp olmayacak düşlere girmiş batmışız
gece elimden tutup kandilimkör dolaştım
darmadağın paramparça kötü sayıklıyordu
etleri çürük çürüktü ekmeği bizans kokuyordu
bir ölünün koynundan utanarak kaçtım
şarkıları sevmiyordum kerratı sevmiyordum
----------tefecilik gibi bir şey
----------vurgunculuk gibi bir şey
----------iğrenmek gibi bir şey
pulları dilekçeleri tapuları sevmiyordum
yerimi yitirmiştim bir gören çıkmıyordu
ışıkları sevmiyordum karanlığım ağrıyordu
kerpiç dam kör karanlık aklımdan çıkmıyordu(Sayfa: 36)
(..)
bu benim çektiklerimin bir adı var ben bilemiyorum
bir çocuk ağlıyor içimde - kıyısında çocuk bahçelerinin
gözlerimde arefeler - ellerimde bayram sonu yorgunlukları
-----hangi iskeleye varsam içimde bu ürperti
-----ne zaman düdükler ötüşse çıldırasım geliyor
-----caddeler döşeyip caddesiz olmak
-----yapılar kondurup yuvasız olmak
-----gemilere baka baka yaşlanmak
bu benim çektiklerimin bir adı var ben bilemiyorum
adımın arkasında kançiçekleri (..) (Sayfa: 42)
#HasanHüseyinKorkmazgil #Kavel #DölYorgunu Sayfa: 43-44
DÖL YORGUNU
***
beni sevme sakın
ateşleri sev kıtlıkları sev yoksullukları sev
----------beni sevme sakın
*
yoluma yatmıyor mu her sabah bu bakkal sabahları böyle
----------edepsiz
hızıma düşmüyor mu bu kumsal öğle sonları - kesiliyorum.!
ben seni biliyorum çok eskilerden - sen varsın
zincirli it seslerinden liman denizlerinden
kurukafa bakışlı soylu konaklarından
artırma salonlarında antika eşyalardan
ben seni tanıyorum çok eskilerden
----------sen yoksun
sokaklarda ezik gül ağrıları
beni sevme sakın
beni katma ekmeğine beni bölme uykularında beni
----------azaltma
döl yorgunu dallar mısın seni sevdikçe tükeniyorum
başka dur başka söyle başka sevil ama hiç bitme
----------ama olmaz sen bitmezsen
----------ama olmaz ben gelmezsem
sulara bak, göçüp giden kuşlara bak, son gülü kopart,
----------ağlama
bu ışıklar kalsın orda - beni bırak - sen çek git
büyüt beni etlerinde - ağrın gibi acın gibi türkülere dök
bir karanfil tütsün uzaklarda - ellerin değsin, değmesin.!
----------belki de bu
----------belki de hiç
----------belki de sonu baştan
----------görmenin yalnızlığı.!
*
beni sevme sakın
ateşleri sev kıtlıkları sev yoksullukları sev
beni sevme sakın
beni hiç sevme
çünkü sevmek
----------karanlıkta gülüşüdür ölümün
*
bu belki yok olduğumuz
bu belki bensizliğin
bu belki sensizliğim
belki görmek sonu baştan
belki 
*
(Sayfa: 43-44)
#HasanHüseyinKorkmazgil #Kavel Sayfa: 45-46

KAVEL
***
İşime karım dedim
karıma Kavel diyeceğim
Ve soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada
----------güneşe karışmadıkça etim
kavel grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim.
*
ve izin verirlerse istinyeli emekçi kardeşlerim
izin verirlerse kavel grevcileri
ve ben kendimi tutabilirsem eğer
sesimi tutabilirsem
----------o çoban ateşlerinin parladığı yerde kavel'de
----------o erkekçe direnilen yerde kavel'de
----------karın altında nişanlanıp
----------dostlarımın arasında öpeceğim
nişanlımı kavel kapısında
*
ve izin verirlerse istinyeli emekçi kardeşlerim
izin verirlerse kavel grevcileri
----------ilk çocuğumun adını
----------kavel koyacağım (Sayfa: 45-46)

#HasanHüseyinKorkmazgil #Kavel #Tutanak Sayfa: 55
TUTANAK ŞİİRİ'NDEN:
***
(..)
ve düşünüyordu ozan
birdenbire boş gelip boş gittiğini şileplerin,
trenlerin çakılıp çakılıp kaldığını birdenbire dağ başlarında
tezgâhların sustuğunu suların kesildiğini
postacının bile mektup getirmediğini birdenbire
çöplerin dağlar gibi yığıldığını
telefonun sustuğunu
fırının soğuduğunu
yani birdenbire aç ve çıplak ve buz gibi kaldığını dünyanın
-----birdenbire tütünsüz
-----birdenbire içkisiz
-----birdenbire öğretmensiz
-----okulsuz
yaşamak eğer yani
eğer yani sevişmek
kol kola olmak yani
-----şu sokaklarda
ve olamamak.!
(..) (Sayfa: 55)
#HasanHüseyinKorkmazgil #Kavel

10 Ekim 2018 Çarşamba

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Acıyı Bal Eyledik


«pir sultan ölür dirilir» 
*
bak şu bebelerin güzelliğine
kaşı destan
gözü destan
elleri kan içinde
*
kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni
*
damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana
*
sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne
*
kahrolasın demiyorum
kahrolma da
gör beni
*
kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne
*
ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne
*
ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu
*
kör olsan demiyorum
kör olma da
gör beni..

2 Ekim 2018 Salı

Hasan Hüseyin Korkmazgil - Arı İnler Bal İçinde


Şiir okura nasıl ulaşır.? 
Dergilerle, kitaplarla, postacılarla, radyolarla, televizyonlarla, reklâmlarla; öyle mi.?
*
Öyle olmasa, papuç papuç ilânlar koymayız gazetelere: ''Beklenen kitap çıktı.!'' diye. Oysa kimsenin bizden beklediği bir şey yoktur; çünkü biz yokuz.! Kimiz biz.? Neyiz biz.? Ne verdik ki bu topluma, bizi beklediğini sanalım.? Demek, aklımıza estikçe şiir çiziktireceğiz, dergilerde yayımlatacağız, kitap kitap bastıracağız, biz matahmışız gibi adımızı reklâm edeceğiz; ve bekleyeceğiz ki, koşsunlar bize, okusunlar bizi, sevsinler, anıtlaştırsınlar, mitleştirsinler.!
*
Ah, ne çocukça, ne hastalıklı, ne ham hayal bu.! Gökteki Ay'ın, çıplak gözle görüldüğü kadar olduğunu sanmak gibi bir büyük aldanıştır bu.!
*
Şiiri okura, ne dergiler, ne kitaplar, ne radyolar, ne reklâmlar ve ne de, ayıptır söylemesi, çirkin bir takım oyunlar taşır, götürür, ulaştırır. Şiiri okura, o şiirin arkasındaki itici güç ulaştırır. İlk bakışta şairin hayatıymış gibi görünen, genel anlamda toplumsal koşullar diyebileceğim, birtakım olaylar, öğeler ve etmenlerin karmaşık örgüsüdür bu itici güç. Bireyci çıkışlara toplumcu kılıflar geçirerek açıklayamayız bu itici gücün ne olduğunu. ''Bir suda iki kez biçilmez''. Falanca şairin vardığı yere, zoraki serüvenlerle varılamaz. Sanatçıyı toplumun kabul etmesinin, benimsemesinin koşulları ayrıdır. Sanatçıyla okur arasındaki ilişki, sanıldığı gibi, ''mekanik'' değil, ''organik'' bir ilişkidir. Onun içindir ki, şiirin kâğıda basılması, taşıtaracına yüklenip yollanması, herhangi bir malın bir yerden bire yere taşınmasından başka bir anlama gelmez. Sanatçıyla okur arasındaki karmaşık, organik ilişki sanat ürününün rastgele bir mal olmadığını anlamamıza yeter. İnsanların birey-birey hücreleri değiştirilmedikçe (atomları bombardıman edilmedikçe), toplum, uzak bir yıldızın birdenbire bindirmesi cinsinden bir şokla karşılaşmadıkça, sınıflar arası ilişkiler diyalektik bir uygunluk içinde sürüp gitmedikçe, sanatçıyla ( şairle) okur arasındaki karmaşık ilişki böylece sürüp gidecektir; şiiri dergilere kitaplara basmak, trenlere uçaklara yükleyip yollamak, sanatçıyla okur arasında organik bir bağ, bir ilişki kumağa yetmeyecektir.
*
Bu karmaşık ilişkiyi oluşturan etmenlerin, öğelerin hepsini burada sayıp dökmeğe gerek yok; bir bölüğünü sıralayalım:
*
* Nerede doğmuştur sanatçı.? Toplumsal sınıflardan hangisinin üyesidir.? Nasıl geçmiştir çocukluğu.? Fizik yapısı, ilk eğilimleri, çevreyle ilişkisi, doğa ve toplum karşısındaki tavrı nasıldır.? Ailesinin ve dar çevresinin sanat yükünün derecesi nedir.? Sanatçını çocukluk yıllarındaki siyasal, ekonomik, toplumsal durum. O bölgenin tarihsel yükünün niteliği ve özelliği, bunun sanatçı üzerindeki etkisi.
*
* Sanatçı hangi okullardan, hangi koşullar altında geçmiştir.? Sınıfsal ezikliği ve öfkeyi yaşayacak olay ve durumlarla karşılaşmış ve bunlara dikkat etmiş midir.? Devlet adına mı, kendi adına mı, yoksa herhangi bir kurum, bir kişi adına mı okumuştur.? Öğrenim süresi içindeki işçi, köylü ve aydın olayları sanatçıyı etkilemiş midir.? İlk şiirlerini yazmağa, söylemeğe başladığında kaç yaşındaymış.? Cinsel durumu nasılmış.? O sırada neler oluyormuş dünyada ve kendi ülkesinde.? Nelerden acı çekmiş, nelere sevinmiş.? Ceza Yasası'nın ''siyasal'' maddeleriyle ilk karşılaştığında kaç yaşındaymış ve o sıralarda ülkenin durumu nasılmış.? Yüksek öğrenimini hangi koşullar altında bitirmiş, meslek hayatında ne kadar kalabilmiş, niçin tutuklanmış, niçin hapsedilmiş.? Nelerini yitirmiş böyle bir olayla.? Yurtiçi, yurtdışı nerelere gitmiş.? Neler görmüş, nelerle karşılaşmış.? Yaşamak için nasıl direnmiş.? Toplumun, kendisine karşı direnişi neler götürmüş ondan, neler vermiş ona.? Hangi işlere girip çıkmış.? Hangi kesimlerini tanımış toplumun ve yönetim çarkının.?
*
* Ülkede ne gibi büyük olaylar olmuştur.? Bu olaylar neler vermiştir sanatçıya.? Dernekçilik, sendikacılık, particilik yapmış mıdır sanatçı.? Grevlere, mitinglere, gösteri yürüyüşlerine katılmış mıdır.? İşsiz kalmış mıdır.? İş aramış mıdır.? Açlığın ne olduğunu bilir mi.? Evlenmeyi düşünmüş müdr, evlenmiş midir.? Gazetecilik, dergicilik yapmış mıdır.? Patronların iş yerlerinde çalışmış mıdır.? Emeğinin karşılığını alamadığında ne yapmıştır.? Eğlenmeğe, dinlenmeğe, gezmeğe, gülmeye vakit bulabilmiş midir.?
*
* İşçi ve köylü sınıflarıyla organik bağının derecesi nedir.? Bu bağı yitirip yitirmediği.
*
* Makale, fıkra, taşlama, yergi, röportaj, oyun, skeç yazmış mıdır.? Resim yapmış, tiyatro çalışmış mıdır.? Siyasal eylemleri yüzünden dayak yemiş, korkutulmuş, öldürülmek istenmiş midir.? Hakkında çok dava açılmış mıdır.? Her şeye karşın, şiirle dostluğunun derecesi ne olmuştur.? Her türün başarılı sanatçılarıyla tanışıklık derecesi nedir.?
*
Görüyorsunuz ki, soruların sonu gelmiyor. Güçlü bir sanatçının doğması, sanıldığı gibi, basit bir olay değildir. Hele de zoraki olay ve serüvenlerle güçlü sanatçı yaratmak, tümden olanaksızdır. Ne demiş Pir Sultan Abdal:
Güzel âşık cevrimizi
Çekemezsin demedim mi.?
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin demedim mi.?
Nedir ''rıza lokması.?'' , günümüz sanatçısı için.? Toplumun sanatçıya gereksinmesidir bu. Toplum, ''benim sanatçım'' dediği kişiyi öyle sınavlara sokar, öyle sınavlardan geçirtir ki, bu sınavlardan sağlam ve güçlü çıkmak zordur. Hem, nerede, nasıl, ne zaman, ne koşullar altında sınava çekeceğini de söylemez toplum insana. Büyük sanatçının, ilk bakışta hiç de büyük görünmeyen büyük hayatı ile sanatı arasında diyalektik bir ilişki bulunduğu da gözden kaçmamalıdır. Hayat, sanatı; sanat ise hayatı etkiler ve ortaya nasıl oluştuğunu bilemeyeceğimiz sanat ürünleri çıkar. Dökme suyla değirmen olsaydı, herkes kendi bulgurunu kendi evinde öğütürdü.
Bir yandan bireyi toplumun yarattığı tezini savunacağız, ama öbür yandan, bu gerçeği görmezcesine, zoraki ve zorlama yollarla, büyük sanatçı imal etmeğe çalışacağız.. Olacak şey midir bu.? Halk denilen o karanlık, o karmaşık yapının sevgilisi olabilmek kolay mıdır öyle.! Bir hayat ister bu, bir koca hayat.!
Şiiri okura ulaştıran ne dergidir, ne kitap, ne posta, ne reklâm; şiiri okura taşıyan, ulaştıran itici güç, işte bu hayattır. Ne demiş Pir Sultan:
''Arı inler bal içinde''
Var mısınız böyle bir hayata, elinizde midir bu yoldan geçmek.?

*
Milliyet Sanat Dergisi
10 Ocak 1975, Ankara, Sayı 114

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...