#CanYücel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#CanYücel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2020 Pazar

Can Yücel Hakkında Yazılanlardan:

 


Türk şiirinin usta isimlerinden Can Yücel'in Muğla'nın Datça ilçesinde yaşamını sürdüren eşi Güler Yücel, 83 yıllık hayatını kitaplaştırdı.
*
Ankara Bilim, Kültür, Eğitim, Araştırma, Uygulama, Üretim ve İşletme Kooperatifi Kalkınma Atölyesi tarafından hazırlanan ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılan, 'Olduğu Gibi /Güler Yücel' isimli kitap, ülkenin önde gelen şairlerinden biriyle 43 yıl (1956-1999) evli kalan ve ondan 3 çocuk dünyaya getiren Güler Yücel'in hayatını anlatıyor.
*
Usta şairin kaleminden adına onlarca şiir yazılan Güler Yücel, çocukluk yıllarıyla başladığı hayat hikayesinde, Can Yücel ile evli olduğu hayatının en önemli 43 yılını ve sonrasında Can'sız geçen yıllarıyla beraber 83 yıllık bir yaşanmışlığı, tüm gerçekliğiyle kitabında anlatıyor. Otobiyografi niteliğindeki kitapta, Güler Yücel'in gençlik yıllarından fotoğraflar olduğu kadar, üç çocuğunun babası Can Yücel ile Eski Datça'dan hatıraları ve elbette kendi fırçasından hayatını konu alan resimleri yer alıyor. 1000 adet basılan kitap, 161 sayfadan oluşuyor.
*
GELECEĞE NOT DÜŞMEK İÇİN HAYATINI KİTAPLAŞTIRDI
*
Kitabı 2 yıl önce yazmaya karar verdiğini söyleyen Güler Yücel, "Hayatımın, acı ve çile dolu anları kadar, tatlı ve keyifli anları da bu kitapta yer aldı. Ben, 1935'te Fatih'te bir Boşnak Mahallesi'nde dünyaya gözlerimi açtım. Ailem, eski Yugoslavya göçmenlerindendir. Kitabı yazmayı düşündüğün günlerde Rum bir kadın, eski Datça Mahallesi'ndeki evime ziyarete geldi. Evi görmek istiyordu. Yıllar önce ailesinin bu evde yaşadığını söyledi. Eve buyur ettim, çok duygulandı. Kendisini teselli ederken, benim ailemin de eski Yugoslavya'daki evlerini bırakıp, Türkiye'ye geldiğini anlattım. Karşılıklı birbirimizi teselli ettik. O zaman bu kitabı yazmaya karar verdim. Hayat böyle bir şey. Bir yerde bırakıyor, bir yerde devam ediyor. Esas olan devamlılık. Geleceğe not düşmek adına hayatımı kitaplaştırdım" dedi.
*
‘EDEBİYATÇI DEĞİLİM’
Kendisini edebiyatçı olarak nitelendirmediğini ifade eden Yücel, “Ben edebiyatçı değilim, resim yaparım. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun talebesiyim. Ondan, resim adına çok şey öğrendim. Türkiye'nin en iyi sanatçılarından biriydi. Hem Doğu'yu, hem de Batı'yı çok iyi bilirdi. Eski Datça'ya gelince, bir atölye kurup resimler yapmaya başladım. Can'ın, resme hiç kabiliyeti yoktu. O şiir yazarken ben de resimler yaparak oyalanıyordum. Çok resmini yaptım. Hayatımı kaleme almaya karar verince, o resimlerin bazılarını kitaba aldım. Kitapta yer alan resimler çok beğenildi. Şimdi, ilk kez bir resim sergisi açmak için hazırlık yapıyorum. Aynı zamanda kitabın imza günü olacak. Ben sanatçı olma iddiasında değilim. Kendime 'sanatçı', 'ressam' denilmesini sevmem. Tersi, bana tüccar hissi veriyor. Hem kitapta, hem de resimlerimde yaşadığımı, kendime dokunan şeyleri konu aldım. Sana dokunan şey, gerçekten dokunuyorsa ve sen bunu aksettirebiliyorsan, başkasına da dokunuyor” diye konuştu. (DHA)


Kaynak: https://www.evrensel.net/haber/349455/guler-yucel-hayat-hikayesini-yazdi?fbclid=IwAR2WNOQQgqEZZli1I8CKJgGFKHe3KD9U4ms5OZWiSuC7LCBVufrn0lXNb9A
*****

Olduğu Gibi / Güler Yücel (İngilizce Altyazılı)
*
https://vimeo.com/101206358?fbclid=IwAR0S8sU3YRUk3eXA1XWX-8AX5ryCCFdNBUqnp2Tl48qDd1h0Lh1oMbzZ7Lw




Gökmen ÖZCEYLAN / 4 Şubat 2018
*******************************************
Babalar ve oğulları Can Yücel
*
Can Baba çocuklarına nasıl bir babaydı bunu ben bilemem. Su’ya, Güzel ‘e ve Hasan’a sorun onu. Ama bana sorulursa baba öğretendir...
***
HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM
*
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla—ha düştü, ha düşecek—
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
***
Oğlum sesleniyor yan odadan. ‘Baba nerede kaldın? Ya bir seferde tamam sen takımları hazırla ben geliyorum dedikten sonra beni playstationın başında ağaç etmesen.’
*
Baba…
*
Can babaya neden baba diyor acaba bunca insan?
*
Oğlum bana baba diyor biliyorum çünkü babasıyım. Ben babama baba diyorum çünkü o benim babam. Ama ben Can babaya neden baba diyorum, onu biliyor muyum diye sordum kendime. Babasına yazdığı; bir babanın bir şair çocuğundan duymak isteyeceği en güzel kelimelerle edebiyat tarihine, bizlerin dillerine dolanan bu şiiri çok sevdiğimden olabilir. Olabilir ancak herkesin ona baba demesinin daha fazla derinliği olduğunu düşünüyorum. Nasıl bir babaydı acaba Su için, Güzel için, veya Hasan için?
*
Onu tabi ki de çocukları bilir, söyler. Ancak benim için veya benim gibi düşünenler için nasıl bir babaydı derseniz?
*
O benim babalığımın sırlarında gizlidir.
*
2013 baharıydı. Sanırsam mayıs ayının son günleriydi. Tüm haberler yayınlarını durdurup, Taksim’de bir ağaç sökmesiyle filizlenen protestoların dalga dalga yayıldığını anlatıyordu. Biz de kilitlenmiş devamlı oradan gelen haberleri izliyorduk. Kimi kanallarda penguen belgeselleri ön tercih olarak seçilse de böyle bir akışa kim ne kadar kayıtsız kalabilirdi? Müthiş bir heyecan sarmıştı hepimizi. Evde tam bir şaşkınlık, heyecan, biraz da kaygıyla karışık umut fırtınası esiyordu. Bitti denilenin başladığına bir tarihsel tanıklık. ‘Bu yeni nesil gençlerden bir bok olmaz’ diyen eski solcu ağabeylerin sus pus oturuşunu izliyorduk. Devlet memuruydum sonuçta. Mesaim de vardı bir gün sonra, ancak içim içimi yiyordu o sırada televizyonun karşısında. Zonguldak’ın en küçük ilçelerinden birinde çalışıyordum. Arabaya binip orada olmam en fazla altı saat sürecekti. Tek başıma gidip orada o çocuklara el verebilecektim. Eşim o gün beni sakinleştirdi. Dur hele, yarın bir planlama yapalım işleri yoluna koyalım öyle gideriz. Oğlumuz sekiz yaşındaydı. Ona bir yol bulup öyle çıkar gideriz demişti. Gece boyu içim içime sığmıyor. Televizyonun karşısından bir an olsun kopamıyordum. İyi ki de eşim benim o gece beklememi sağlamıştı. O gün ona kızmıştım ancak şimdi geriye dönüp düşününce ne kadar iyi bir karar verdirmişti. Hayatım boyunca milyonlarca yanlış karar veren ben, o gece hayatımın en önemli, doğru kararını verecektim.
Bizim gibi hayata insandan yana bakmaya çalışan insanların, çocukları olduktan sonra hep içinde şöyle bir soru beliriyor: Oğlum da benim gibi insandan yana, doğadan yana, hayvanlardan yana bir dünya düşüne tutunabilecek mi? Paylaşmanın kıymetini, şu bencilliğin sistemsel olarak hayatlarının her alanına sindiği, eğitim adı altında derinden içlerine işlendiği bu günlerde benim anlatmamla, benim yaşamımla öğrenebilecek mi? Gelecekte torunlarına bir tane daha fazla ağaç gölgesi bırakabilmek için gerekirse gidip bir barikatta dövüşebilecek mi?
Açılabilecek mi fikri, canevi, nefesi… *
*
O gece kararımı verdim. Oğlumu da götürecektim. Düşünsenize öyle bir tarihsel dönemden geçiyorduk ki; çocuklarınıza altmışların o paylaşan, direnen, direndikçe insanlık adına dünya adına güzelleşen bir dönemi ne kadar anlatırsanız anlatın. Parasız bir şeyler almayı... Para karşılığı beklemeden bir şeyleri birilerine sadece ihtiyaçları olduğu için vermeyi... Paylaşmanın en saf, en güzelini nasıl anlatabilirsiniz?
*
Annesiyle her gün odasının dağınıklığı yüzünden kavga eden, üzerinden çıkarttıklarını yerlere atan ve odasını temiz tutma, düzenli tutma konusunda milyonlarca uyarıya rağmen yol alamıyorsunuz. Ona sorumluluğunu anlatmanın bundan daha güzel bir yolu olabilir mi? Her sabah çadırlardan uyanan kalabalığın el ele verip sokakları caddeleri temizleyip, bir gün önce yarattıkları çöpleri toplayışını seyredip sonra hadi baba mıntıka temizliğine demesinden daha güzel bir eğitim düşünülebilir mi?
*
Sıraya girmeyi, herkese tanıdık, tanımadık bütün güler yüzüyle günaydın demesi gerektiğini. Herkesin ellerinde kitaplar, gülen gözler ile geceleri ateşin etrafında Can Baba’dan şiirler dinlemenin güzelliğini.
*
Akşamları sevdikleri huzur içinde yatabilsin diye barikatta nöbet tutmanın, bu nöbet sırasında uykuyu dahi düşünmemenin ne olduğunu nasıl anlatabilirsiniz ki başka türlü?
*
Öyle bir dört gün geçirdik ki çadırda. Oğlumun değişimini eşimle beraber öyle keyifle izledik ki. Anlatamam bunları sizlere.
Baba, dehşet bir kelime aslında. Yaratan bir sözcük. İnsanın varoluşuna öyle yakın bir sözcük ki. Can Baba çocuklarına nasıl bir babaydı bunu ben bilemem. Su’ya, Güzel ‘e ve Hasan’a sorun onu. Ama bana sorulursa baba öğretendir. Öğretirken gösteren. Gösterirken kızan. Öfkesi patlamadan gizleyen, patlayınca da küfredendir. Sistemin kokuşmuşluğu çocuklarına bulaşmasın diye kavga eden, bu sebeple onları mecburen yalnız bıraksa da, içeride damdan damlaya göz olmaz ya* diye dışarıya öğretmeye, onlara su damlası getirmeye devam edendir.
Tavan arası küçülmese de fındık faresi büyüdükçe yeri darlanan çocuklarına:
*
‘Cirit oyna oynayabildiğin kadar
Bulduğun neyse mekân!
Ellerin, ayakların ve çükünle değilse de,
Hala genç kalan aklınla koşmaca oyna.’ * diyendir. Baba, öz babamın dediği gibi doğrunun yanında kalmakla gebereceğini dahi bilsen, vazgeçme diyendir. Senin için duyduğu kaygıları her akşam iki duble rakıya gömüp, kendini telef edendir.
Bilmem Su’yu, Güzel’i ve Hasan’ı ancak Can Baba bunları bize damdan damlaya damlaya topladığı elli ki damlasının her birinde, falakaya yatırılmışken söyledi.
*

*
Cama vurulmuş güneş kırıldı
Nar daneleri döküldü suya
Gayrı adam oldu diye babam
Oğlum beni sevse ya
***
Bende Can Baba’nın milyonlarca oğlundan biri olarak: Seni çok sevdik Can Baba …
Bu sevgime yaslanarak oğluma söylediğimle bitireyim bu babalık-oğulluk dersini.
***
SOL AK OĞLUM
*
Solfej öğreniyor oğlum.
Piano çalan bütün nezaketlere,
SOL notasından başlıyor.
Herkes ona DO diyor,
oradan başla....
*
Orası kendi başlangıç evrenidir,
dünyalı müziğin.
Ama o SOL’den başlıyor.
*
Babasından mı öğrendi acep
Yolunu yordamını bilmeden
Doğru yolu bulmayı.
*
Kaynak: https://www.evrensel.net/haber/344808/babalar-ve-ogullari-can-yucel?fbclid=IwAR2Bigih-k5REykwnP-1jQ0WGYmBExVSlWACB7kK0X0jj1UyUjSr2ph66co

28 Kasım 2020 Cumartesi

Can Yücel - Sevgi Duvarı


Önsöz

Yoldaşlar, yayınlarken bu gecikmiş kitabı,
İt gibi biliyorum, makbul bişey değil bu,
Olsa olsa, bir küçük kentsoylu ızdırabı..
Veyahut iki cami arasında bir mahya,
Rüzgâr vurdukça hani, hep kopacakmış gibi,
Yine de ışıl ışıl, ortada salınır ya..
*
29 Kasım, 1973
*****
*
Kasvet, elinde bir paslı makas,
İstanbul'un asma köprülerini kasti.
Sevdamızın ipinde cirit oynayan cambaz
Şimdi bir kör satırdır içimizde,
Ha düşer..
Ha düşer..
Ha düşer..
*
Başımızın üstünde demin gülüp duran gökyüzü
Yedekte bir salapurya şimdi (Sayfa: 6)
*****
*
Göztaşı bir çift göktaşı,
Aldı gitti o kısrak gözlerini,
Yetiş, dedim, yetiş, müneccimbaşı.!
Kaldırmadı bile başını bilardodan,
O mavi, o nehir, o ben ve o kız yokmuş gibi. (Sayfa: 7)


*
''Şehir demir almış bir gemi karda
Kalktı kalkacak
Belki de seni bekliyoruz böyle
Biliyorum her zamanki gibi
Gene en son dakkada geleceksin''
(..)
''Martı ayaklı tayfalar koşuyor limanda
Açılıyor muyuz ne
Gökyüzü mü yürüyor biz mi gidiyoruz yoksa
Nedir o uzakta kapı mı pencere mi
Sana benzer bir ışık sızıyor ardından
Uykunun gözünde bir gelin teli
Yanıp yanıp sönüyor'' (Sayfa: 8)


*
''İki at gemi azıya almış
İyi bir haber gibi koşuyordu'' (Sayfa: 11)


*
Kılçığını yitirmiş bir uskumru yelyeperek yelken kürek dört dönüyordu rıhtımı. Güneşin oltasına takılı bir balıkçı habire kirpiksiz gözlerini kırpıştırıyordu. Ansızın yanımdaki sırada oturanlardan biri: ''İnsan hapşırdığı gün ölmezmiş,'' dedi. Öbürü: ''Geç,'' dedi, ''bu boş lafları.! İster inan, ister inanma, kendi nefesinden gıdıklanacağı tuttu da rahmetli amcamın, güle güle katıldı kaldı olduğu yerde.'' Biraz ötede yerinde yeller esen bir mavnayı bir vinç havada aptal aptal arayıp duruyordu. Döndüm yanımdaki sırada oturanlara: ''Belki de,'' dedim, ''emzikten kesildikten sonra alıştı dünya kendi tırnaklarını yemeye.'' Bellerinde gazete kâğıdından peştemalları, yanımdaki sırada oturanlar bastonlarına asıp suratlarını bikoşu daldılar suya. Peşlerinden uskumru, uskumrunun peşinden balıkçı, balıkçının peşinden güneş, cup cuup cuuup.. Vinç de birer birer toplayıp cümlesini, yükledi yitik mavnaya.'' (Sayfa: 13)


*
Bir gün şâyet camsız çerçevesiz penceresiz
Bir gün ben, çadır bezi bir perdeden
Günlerin toz-toprak şarkısını çırparken
Canevimin önünden geçersen,
Bir gün şâyet boynumda yemtorbası hayallerim asılı
Bir gün şâyet samançöpü bir sokak dişlerim arasında
Canevinin önünden geçersem,
Anlatırım nasıl nerde
Bir ulu çınara takılı bir kuyrukluyıldız
Bir yeşil telâşta çırpınan ışığımız
Anlatırım nasıl nerde..
Sonra eğilir kulağına derim: Bekle
Çocukken kaçırdığım uçurtma dönsün gelsin,
Hele çarpsın bu çerçi yükü şehirlere,
Hele ürksün fincancı katırları.! (Sayfa: 14)


*
Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
*
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege Denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lâpinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
*
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt Meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe Mutluluğa doğru
Her işin başında Sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım (Sayfa: 15-17)


*
''Şu ağaca yalvarayım en iyisi
Diyeyim ki bre ağaç
Ömrün uykuyla geçiyor nasıl olsa
Bir sefer de ben gireyim düşüne.'' (Sayfa: 19)


*
''Biliyorum suçluyum razıyım cezama
Çalmadım öldürmedim ama
Daha kötüsünü yaptım
Na'aptım biliyor musunuz Reis Bey
Tuttum insanları sevdim'' (Sayfa: 27)
*****
*
Geride kaldı Maltepe
Topağacın dibindeydim
Ötede bir gıdım bulut
Yeşil bir tepsi içindeyim
Bakmayın uzun oturduğuma
Ben bir işin peşindeyim
*
Karşıda bir emekli paşa
Prusya biçimi kümesi
Yumurta çalmış geçen gün
Kenefe kitli beslemesi
Tek horoza vergi ötmek
Tavuklara ceremesi
*
Ahçının elinde bir tava
Tavanın içinde bir uskumru
Hoplatır tavayı ahçı
Kızgın yağdan bütün zoru
Sıçrar uskumru havaya
Sözde hürriyete doğru
*
Veli Bey konuşmaz içer
Kimse bilmez derdini
Bilgi demiş bilim demiş fen demiş
Kötüye yormuşlar fikrini
Okutmuş kitaplarını hazret
Şarkıya vermiş kendini.!
*
Karaborsada ağardı saçları
Kâni Bey kırk yıllık milyoner
Bin lira tosladı Şişli Camisine
Oldu mu sana hayırsever
Öyle bir vatandaş ki efendim
Yüzünüze güller
*
Kavlim benim dostluk üstüneydi
Sevgi üstüne sevinç üstüne
Hiç böyle konuşur muydum ben
Kör kör parmağım gözüne
O biçim işte bu dünya
Altı kaval üstü şişâne (Sayfa: 28-29)


*
Ne yaman zor imiş yonca yolması
Bizim memlekette adam olması (Sayfa: 30)
*****
*
Bir haftadır yok yere dolaşıp duruyordum
Bir haftadır içimde bir kırlangıç fırtınası
Siyahın biri konup biri kalkıyor
Şişli'den taa Râmi'ye kadar
Her sokağın ayrı bir kanat çırpışı var
Yeni Cami önlerindeydim sonra
Vapur düdüklerinden anladım
Bir haftadır seni ararmışım meğer
Köprü üstünde Arif'e rastladım
Patiska ararmış fakir
Birlikte Kadıköy'e geçtik
Kardeşliği mavişliği üstünde denizin
Bir yanı ışık bir yanı İstanbul
Şu kahraman harp gemileri de olmasa
Arif patiskayı unuturdu ben seni
Oturur kalırdık Mühürdar'da
Altıyol'da Şadi çıktı karşımıza
O da şeker peşindeymiş
Üç kişi koyulduk yola
-----Yol boyu çamdır püfür püfür
-----Dallarda fingirdek kızlar
-----Teri Mur'ları görünür.
*
Suadiye'de bir eşitliktir başladı
Adam başına değil
Adım başında bir villa
Biz de Panço Villa'yı bulduk
Ahçıymış villaların birinde
Dilber dudağı yapmış o gün
Ednan Beğendi pişirmiş ama
Canı özgürlük çekmiş
İlle de özgürlük dedi
Yetişmez dedik buralarda yemezler onu
Tereotu nane maydanoz
Nutuk otu dersen o başka
*
Vazgeç dedik bu sevdâdan dinletemedik
Takıldı gâvurun oğlu peşimize
Dön babam dön dolaş babam dolaş
Ne sen ne patiska ne şeker ne özgürlük
Anlaşıldı dedik vehpinin kerrâkesi
Bizimkisi boşuna zahmet
*
Nasıl olsa tarihî karanlığımız da bastı
Yürü dedim Arif yürü kardeşim Şadi
Yürü be Panço Villa
Şuradan bir sandal araklarız
Ver elini Hayırsız
*
Ben Şadi Arif bi de Panço Villa
Hep Hayırsız'dayız şimdi
Ne sen ne patiska ne şeker ne özgürlük
Martıları seyrediyoruz artık
O şekere patiskaya özgürlüğe
O sana benzeyen güzelim martıları (Sayfa: 36-38)


*
Kuzu gibi olun diyorlar
Büyüyüp ortaya çıkınca
Koyun gibi gütmek için sizi (Sayfa: 39)
*****
*
Nedir bu içimde kopuşan sevinç
Ölecek miyim ne (Sayfa: 40)


*
Uslu bir hayvan şu ağaç
Kolay değil böyle
-----yaprak bir kulübeye bağlı
Gökyüzünün kırıntılarıyla yaşamak (Sayfa: 41)


GO HOME HACI GO HOME
*
Hişt hacı yaylan bakalım
Closed dedik be adam
Paydos c'est fini
Başını bekley'cek değiliz a sabaha kadar
Uyan bre taş arabası
Gözünü seveyim çileden çıkarma beni
Go home hacı go home
Aman beyim allah razı olsun senden
Bişeyler söyle şu dürzüye
Kanımı kuruttu iki saattir
Ne
Asansöre mi binmiş dedin
Fırt inip fırt çıkıyormuş
Hay yedi kat yerin dibine geçsin
Yıl oldu bu masaya çörekleneli
Waiter aşağı waiter yukarı
Bir buçuk şişe viski yuvarladı en azından
Külahıma anlatsın o bu palavraları
Yok efendim buralarda değilmiş kendisi
Memleketindeymiş
New York mu ne karın ağrısıysa
Yüz katlı bir binadaymış
Asansörcülük edermiş
Üstünde kırmızı yelek
Altında siyah pantol
On saattir nöbetteymiş de
Geberiyormuş uykusuzluktan
İne çıka zifiri kararmış
Kara su inmiş ayaklarına
Yediği naneye bak
Beni de patron sanmış
Hiç güleceğim yoktu beyim
Sahi korkmuş mu herif
Ya kovarsa beni diyor ha
İş başında uyumasın itoğlu
Kovarım tabiy
Evde karısı varmış bekleyen
İki de oğlan çocuğu
Öyleyse aklın nerdeydi ulan
Edebinle çalışaydın
Siz söyleyin beyim öyle di'mi yani
Allah lâyiğini versin beyim
Herif sahiden korkuyor benden
*
Hadi hacı yürü bakalım
Bırak bu patron polimlerini
Öyle ötlek ötlek bakma yüzüme
Ha şöyle dayan koluma doğrul
Ben de yorgunum a ziyanı yok
Bir de taksi buluruz sana
Ha gayret aslanım ha gayret
Çoğu gitti azı kaldı
*
Go homo hacı go home (Sayfa: 44-45)
*****
*
Belkim bir kertenkeleydim
-----piç edilmiş bir yağmurun serini
bir güzelin çirkiniydim
-----çirkinlerin en güzeli
yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
-----ben en hızlı yeşiliydim
kurbağa yarışlarında annemin
*
çatal matal kaç çataldım kim bilir
-----bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
-----heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım
*
düdük çalar hırsızlanmış polisler
-----ben korkudan üstlerime işerdim
üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
-----karşısında önüm açık gezerdim
ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
-----rus cenginde çağanozdum bir zaman
*
iki gözüm iki koltuk-eviydi
-----mavilerim bir miyobun koynunda
kendi düşen köyler kentler ağlamaz
-----sur dışında ben oturur ağlardım
ekmek diye bağrışırdı bebeler
-----elma derler ben ortaya çıkardım
ağıtlarla kutlanırdı İsa-doğdu gecesi
-----fildişinden bir kuleydim yıktım kendimi
*
bilmem hangi keloğlanın fesiydim
-----bir püskülsüz sümbülteber tohumu
fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
-----bir naraydım kimse bilmez nereden
ya yakından ya uçmaktan gelirdim
-----belkim ince belkim kalın bir sestim
belkilerin kol gezdiği saatta
-----belkim belki bile değildim (Sayfa: 46-47)


SEVGİ DUVARI
*
Sen miydin o, yalnızlığın mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
*
Kumkapı meyhânelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilâkisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardın beni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
*
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bir sen varsın bir de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi (Sayfa: 48-49)
*****
*
''Diz çöktüm asfalta, baktım aşağı, üüüü'üh.!
İşçiler ateşler ayçörekleri
Ve kılıç gibiydi taze ekmek kokusu..
Dağıttık evvel-allah yalnızlıkları
*
Yaşamak düğünse, sen orda gelindin
Seni soydum, Güler, dünyayı giyindim'' (Sayfa: 51)
*****
*
Birine kızıyordu delikanlı:
- Ah.! dedi, bi bilsem onun kim olduğunu.!
*
Usluluklar içindeydi kızın gözleri:
- Ya yoksa, dedi, öyle biri.? Ya kızacak bişey yoksa.
Yol boyunca konuşmadılar artık, kara kara düşünüyordu
delikanı: Ya yoksa öyle biri. Ya kızacak bişey yoksa.?
Yıllardır su verdiği, üstüne titrediği, biliyordu, o içindeki
sevgi, o pırıl pırıl hançer öfkesiz kalırsa paslanacak..
*
Kızın aklı ütülü çarşaflarda.. ertesi sabaha buruşacak..
Öfkesiz.. umutsuz.. sevgisiz.. (Sayfa: 54)
*****
*
----------Okumuş filler ki her birinin
----------Nice Bostan, Gülistan ezberidir.
*
Mavi bir ışık yandı gözlerimde
Gökyüzü öyle yakın
Çocuklar doğacak çocuklarım
Ve öyle yağmur ki toprak, koklarsın
Ellerin bütün hayvanlar âlemi
Hangi ağacı çalsam açıyor
Uzaylar uslu
Yönlerim yörük
Sağduyularım sol duyu
*
Mavi kalemlere yordum bu düşü
Su resimleriyle öğrencilerin
Göğerttik bozkırın sarı defterini
Şu yoncalar yurttaşlık bilgisi
Geçen gün okudum söğütlerin tarihini
Bi çiğdem var onlar kadar yiğit
Şu bey şu eşek şu yaban şu işçi arı
Biz beş sınıfta kaldırdık bütün sınıfları
*
Korkuluklar ektiği kargaları biçsin
Sevginin de kendi planları var
Beş yılları yıldızları dokuz ayları
İlerde yarım kalmış bir okulun duvarı
Duvarcı.! diyor, Varım.! diyorum ben de
Gitsin bütün okumuş filler Gülistana
Ben Türküm bu bozkırda çalışmaya geldim.. (Sayfa: 56-57)


*
''Martı yumurtaları gibi dağılmış kayalıklara
Akçıl yalnızlıkları insanların'' (Sayfa: 60)
*****
*
Yeraltı günleri bunlar
Kör yılı köstebek ayı
*
Siyah önlüklü bir güneş
Ayazda okula gidiyor
Dizilmiş danaburunları iki keçe
Islıklıyorlar bebeyi
Çepeçevre boynumda sıçandişi bir bahçe
Oynuyorlar iki Roma bir Paris bir Peking
Karım en çok soğuk harbi seviyor
Çocuklarımızdan
*
Yaşamların kapısında kuyruk olmuşuz
Önde emirerleri memede piçler sütsüz analar
Akşam oldu memur çıktı kapıya
Mal gelmedi bugün dedi kapatıyoruz
Dilekçeyim masalar odalar arasında
Yürek değil, sol yanımda on altı kuruşluk pul
Usulsüzüm yolsuzum
*
Bir uçak geçti üstümden kıçında yakamozu
Çakılmıştır yere çoktan toprakta bir çelik bitki
Fala mı baksam koparıp çiçeklerini
Düştü mü düşüyor mu düşecek mi
*
Yeşiller içre bir insandın önceleri
Sağda bir dağ solda bir çay çamaşır yıkayan kadınlar
Dolaş şimdi çevresini yitirmiş insan resimleri gibi 
(Sayfa: 64-65)


*
Sırılsıklam bir gökyüzü çıktı ağlardan
Masmavi bütün balıkçılar (Sayfa: 69)


*
''Ellerimde bir göztaşı / gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim bir türkünün böyle Veysel olduğunu
Açıldım / çıkmaz bir sokak gibi / kapanınca denizde''
(Sayfa: 71)


*
''Kendi eliyle kazdığın kuyuya
Aşk ufacık bir taş atmaktır
Gürültüsü büyüyünce sessizliğin
Marifet yosunlar gibi susmaktır'' (Sayfa: 76)


*
''Var olan bişey varsa o da yokluğun senin''
(Sayfa: 81)
*****
*
Deniz öyle yakın ki korkunç kalabalığıyla
Dost yakamozları bile unutup
Koşuyorum yengeçler gibi kendime doğru
Kumun üstünde yazılarla ayak izlerim
*
Belki de ben ömrümde ilk defa bu gece şairim
Nu köy ne kent olurmuş yalnızlıktan öğrendim
*
Şimdi çiy kuşu ötse de biliyorum gayri
Poyrazın ergeç kumları dümdüz edeceğini
*
''Çiy kuşu bizim barometremizdir,'' dedi Balıkçı Hüseyin.
''O öttü mü hava hoş demektir.'' (Sayfa: 95)


*
''Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem'' (Sayfa: 96)


*
''Belki de evde kaldığı için sevgiler
gökyüzü bir kenarda duruyor
----------aynalı bir çeyiz sandığı gibi'' (Sayfa: 98)
*****
*
Biz talebeyken şeydik
İyi arkadaştık şeylen
Biliyorsunuz şeylen şey olunmaz
Ben şeyi bitirince babam
Şey dedi Şey Partisine girdim
Zaten şeyle evlenmiştim
Şey şeye gidelim dedi gittik
Şeysiz de olmuyor döndük
İki şeyim oldu büyüdüler
Doktor sende bir şey var diyor şimdi
Tabi bende bir şey var: sayamadığın kadar
Çünkü ben bir şeyim
Her şey de bir şeydir ama
Ben başka bir şeyim.
Ben şeyim (Sayfa: 106)


*
Öyle parçalandım ki ömrümde
Sevgiyle öfke arasında,
Sevgimi öfke vurdu
Öfkemi sevgi kaçırdı
İçim parçalandı arada
*
Bi de bigün baktım gökyüzüne bi bayram gecesi
Bi kestane fişeği açmış yedi rengimden
Yağıyorum çocukların üstüne (Sayfa: 107)

22 Şubat 2020 Cumartesi

Can Yücel - Güle Güle Seslerin Sessizliği

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği
BİR FELSEFECİNİN NOTLARI
CAN YÜCEL ÜZERİNE*
* ''Behey adam, yazını okumak için yüz elli yaşına kadar mı yaşayacağız.?'' diyen kadim ve sevgili dostuma..
---------------------Selâhattin Hilâv
-------------------------------------------
Şiirin konuk olduğu, ''konuşlandığı'' şairlerden biridir Can Yücel. Konuk olduğu diyorum, çünkü şiir, insanoğlu denen türün insan olmasının, oluşmasının, adım adım gerçekleşmesinin tarihinde; bir edilgen nesne, bir yaratılan estetik/dilsel varlık olduğu kadar, bir etkin özne olarak de gösteriyor kendini. Bu tarihin bir ürünü olduğu kadar, bir kurucu öğesi olarak da ortaya çıkıyor. Hegel'e göre şiir, evrenin temelinde bulunan ve onunla özdeş olan Akıl'ın, İde'nin ya da Tin'in (Geist'in), kendini en somut ve en yetkin biçimde dile getirdiği bir alan; insanoğlunda bilincine ulaşan Mutlak'ın önemli bir konaklama yeri ya da uğrağı. Bu açıdan şiirin, insanoğlunu İnsan olmaya çağrı, insanoğlunun İnsan'a kavuşma, kendini daha iyi tanıyıp bilme ve kendini yaratma çabalarından biri olduğu söylenebilir. Bu ileri sürüş, insanolum'la şiir arasındaki derin ilişkiyi irdelemeye çalışan felsefi bakışın sonucudur. Octavio Paz, şairler, aslında bir tek şiiri yazarlar diyor. Buna dayanarak, aslında bir tek şiir kendini bütün şairlere yazdırır diyebilir ve böylece düşüncemizi daha somutlaştırabiliriz. Nitekim Can da şöyle diyor: ''Ben şiiri ciddiye almıyorum ki zaten, yeter ki şiir beni ciddiye alsın.! Davetsiz misafirdir.. pat diye gelir o, ya bir Afrika menekşesini ya da ölen bir delikanlıyı bahane eder, oturur karşıma, kaldırabilirsen kaldır artık.'' Yalnızca edebiyat çerçevesi içinde kalan ve beylik kavramlarla iş gören bir şiir irdelemesinin, soyut ve teknik düzeyi aşamaması ve yararlı olmasına rağmen yetersiz kalması, belki de, yukarda sözü geçen felsefi boyuttan yoksun olmasının sonucudur. Öte yandan, estetik algının, hem biçimden, hem de içerikten kaynaklanan bütünselliğini göz önüne alan felsefi bakış, bir şairin veriminde, yalnızca biçimsel ve yapısal bağıntıları incelemekle yetinmeyip, şiirsel dünyaya dönüşmüş ruhsal ve tinsel öğeleri; yani dili, sözcüğü, imgeyi, duyguyu, heyecanı, duyumu, düşünceyi, kavramı, mizahı, alayı, öfkeyi, başkaldırıyı, eleştiriyi ve özlemi de ele almak zorunda. Ayrıca, tarih içinde özne olarak kendine yol açan şiir, çeşitli engellemelerle karşılaştığı ve düz bir çizgi boyunca değil de zikzaklar çizerek gerçekleştirdiği için, felsefi bakışın, şiire elverişli ya da şiiri köstekleyen kültürel/ideolojik ve öznel/bireysel ortamı da irdelemesi gerekli.
Kendisinden başkasına göndermeyen imgenin ya da nesne/sözcük'ün kullanılması, ''dil simyası'', töresel/resmi dil anlayışının çarpıttığı sözsel dünyaya karşı çıkış ve şiirsel sözcük dağarcığının pervasızca genişletilmesi; mizah, alay, yergi, öfke, sevecenlik, lirizm ve bunlara altyapılık eden kapsayıcı bir kültür ve bilgi, her an işleyen bir eleştirel dünya görüşü, siyasal bilinç ve kendini durmadan sorgulayıp deşen bir öznellik, Can'ın şiirinin temel öğeleri. (..)

İnsanlığın üstüne bebek çiş etmişçesine
Bizim sosyalizm
Bokunu çıkarıyor işin arasıra
Yaprakları bırakıp kirazları sayacağım derken
Köklere kibrit suyu ekiyor
Belki de sanayiye fazla merakımızdan bu
Çok hızla makinalaşmak istiyoruz
Yeşille doğayla evrenle dengeyi unutup
Diyalek-dil'e boşveriyoruz
Bir balta girmemiş ormanda dönüyor sınıf mücadelesi
Özgürlük kadar hapis ağaçlar arasında
Kardeşçesine düşmancasına ve yoldaşçasına
*
(..) Bilinçdışının, karanlık, karmakarışık ve başıboş dünyasının nesnemsi imgelerinin, dille ve dilde aydınlığa kavuşup açık seçik ve belirgin bir biçimde insansal dünya içine sokulması ve bilinç içinin genişletilmesi de, aynı şiir işleminin (praksisinin) sonucudur. Çağdaş şiirin temeli olan gerçeküstücülerin üzerinde önemle durdukları bilinçdışını özgürleştirme ve imgeyi dönüştürme işlemi, Can'ın şiirinde, Türk edebiyatında az gördüğümüz bir ataklık ve isabetle uygulanır:
*
Su kadar çıplaktı Kadın
Ve akar gibiydi ak yatağında;
Karnının düşlerinde yüzen
O eflatun nilüferi saymazsan
*
Elinde bir yoyo gibi benliğin
*
Martı ayaklı tayfalar koşuşuyor limanda
*
İki at gemi azıya almış
İyi bir haber gibi koşuyordu
*
Bir gün şâyet boynumda yem torbası
------hayallerim asılı
*
Kelebek gözlüklü bir tanrı
*
Eski terlikler gibi bakıyor insanın yüzüne
*
Cıvıl cıvıldı gözleri
Yeni dağılmış bir ilkokul gibi
*
Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Ama bu kadarı bile, bilgikuramı ve ruhbilim inceleme konusu olan tasarım ve imgenin, kendi doğal ortamından çekip çıkarılarak şiir dünyasına ve yeni bir yapılanma içine nasıl yerleştirildiğini göstermeye yeter sanırız. (Sayfa: XII-XIII)
***
Can, Breton'un dediği gibi ''sözcüğü köpürtmekle'', şiiri sözcükten fışkırtmak, en uzak ve karşıt imgeleri çarpıştırmakla ya da yan yana getirmekle kalmıyor. Çağrışımsal olanaklarını sonuna kadar kullandığı ve kimi zaman ''kelime oyunları''yla, cinaslarla bir başka yaşama kavuşturduğu sözcüğü, fiziksel olarak değişime de uğratıyor; hece ve harf düzenini altüst ediyor; bildiklerimize benzeyen ama bir bakıma yepyeni ve etkileyici sözcükler yaratıyor. Dilin ve sözcüğün bu biçimde kullanılması, kurulu düzenin taşıyıcısı ve koruyucusu olan belli bir söylemin yıkıma uğratılmasıdır ve şairin devrimci olabilmesi için, dilde ve deyişte kendi şiir devrimini gerçekleştirme zorunluğunu hem ortaya koyar, hem de bu zorunluğun nasıl aşıldığını gösterir. Öte yandan, erkeksiz kadın ve kadınsız erkek dünyalarında, futbol maçlarında, hatta birini övmek için ters bir biçimde kullanılan, ama töresel/resmi dilde es geçilen küfürler ve kaba sözler, Can'ın sözcük dağarcığını sevecenlikle ve ataklıkla genişletmesiyle, şiirde de var olma hakkına kavuşurlar ve şiir de temel boyutlarından birini böylece edinmiş olur. Tabii ''komünistlik'' ya da ''müstehcenlik'' suçlamalarıyla, resmi makamların gazabına uğramak ve sulu gözlü ''nezih'' şiire alışmış okurların şaşırmasına ve burun kıvırmasına yol açmak, bunun ceremesi.. (Sayfa: XIII)
***
..gerçek şairler, dili azat edenlerdir, diyebiliriz. Nitekim Can'da, tutsaklıktan kurtularak yaşamın iç yüzünü ortaya döken ve özündeki gizli hakikatleri de gösteren bir dille karşı karşıyayız. Bu dil akıl öğretmez, efsaneleri pekiştirmez, kişilere tapınmanın, soyut hümanizma hayallerinin hizmetkârlığını yapmaz, besinsel ve cinsel açlığı idealler ve ilkeler ileri sürerek gözden kaybettirmez, yaşamamışlığı ve hödüklüğü örten sulu gözlülük ve yapmacık hassasiyet üretmez, bunları başkalarına bulaştırmaz; kısacası, yalana hayat hakkı tanımaz. (Sayfa: XIV)
***
Can gibi bir şairin elinde mizah ve yergi, yalanla yoğrulmuş, düzmece, anlamsız ve gülünç bir dünyayı şiirde berhava etma ya da temizleyip ayıklama işlevini yerine getirir. Çünkü onun şiirnde mizah, bizde genellikle edebiyat ve tiyatroda görüldüğü gibi başkasını küçük düşürüp gülünçleştiren ve kendine dönmeyen bir mizah değil. Yalanı, aldatmacayı, çelişkiyi, kafasızlığı, toplumsal düzenin ürünü olması açısından ele alan, bunların farkına varmamış gibi kimi zaman kendini de konu edinen, ama aldatanın ve aldananın gülünçlüğünü şiirin berraklığında yansıtan bir mizah. 

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

Öfke ve sevgi, nefret ve lirizm de Can'ın şiirinin temel öğeleri. Bunlar, birbirini doğuran karşıt terimler. Çünkü hem kölece davranışın, aldanışın, kurallara körü körüne boyun eğmenin, bilinçsizliğin dünyasında yaşadığını, hem de sevilecek varlıklar arasında bulunduğunu duyan bir şair Can. Öfkeyle olumsuzlama ve sevgiyle olumlama gibi iki tutumun arasındaki gerilim konuşturuyor onu:
Öyle parçalandım ki ömrümde
Sevgiyle öfke arasında,
Sevgimi öfke vurdu
Öfkemi sevgi kaçırdı
İçim parçalandı arada
Bi de bigün baktım gökyüzüne bi bayram gecesi
Bi kestane fişeği açmış yedi rengimden

Yağıyorum çocukların üstüne (Sayfa: XV)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

YOLDA
*
Yoldayım aşkım yoldayız
Yola vurduk
Kanatlar açıyor ayaklarım
Yeni bitkiler ki görülmemiş
Kardelenler
Yeşillenerek herşeye
Yeşilleniyor dünya
Yoldayım aşkım yoldayız
Ne köyden kente
Ne de kentten köye
Artık anladım yolda olur Devrim
Yolda başladı Devrim
Mesafeler ki doğacak çocuklarımız
Ne varsa sakat devirin (Sayfa: 25)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği
TUHAFLIK

Ne tuhaf şey yaşamak
Ne tuhaf her tarafım
Titreye titreye titreye
Ne tuhaf ölüyorum
Tuhafiye dükkânıyım sanki
Tuhaf bir aşk kalmış içimde
Gözüm arkama tuhaf bakacak (Sayfa: 28)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

KONTIRA REKLÂM
*
Yıkadı beni anam
İyi sularınla
Biraz haşlarcasına
Manavgat’ta da yıkandım
Okyanus’ta da Hint
Goethe’nin Marienbad’ında da yundum
Vezüv’ün lâvlarında da
Kelimelerle şiirlerle de yıkandım
Temizim
Ama siz, Brecht’in dediğince
Sermayeler değil, bre sermayedarlar
O öve öve bitiremediğiniz detercanlarınızla
Bi yıkana görün
Kaybolup gidersiniz ortadan
O kadar pis o kadar mundarsınız ki (Sayfa: 32)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

EMİL GALİP SANDALCI'YA SAYGI
*
Seni, Emil,
Boğaziçi Lisesi'nin buz tutmuş havuzuna
Kaydırak oynarken düşüp
Kafamla buzları kırıp zorbelâ
Kenara çıkmaya çalışırken
Elimden tuttuğunda tanıdım
Ne severdik o zamanlar Mehlika Sultânı
Sen, Jean Jacques Rousseau'nun Emile'ini
Kaptığın gibi Cumhuriyet Türkiyesi'ne getirdin
İktisatçı oldun, gazeteci, radyocu
İşkence gördün, insan hakları savunucusu oldun
Son marifetini de gösterdin
Uçak öyle kaçırılmaz böyle kaçırılır diye
Son nefesini kaçırdın
Havadar bir maviye (Sayfa: 54)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

GUSMAN'IN KABAHATİ NEFES ALMASIDIR
*
Kesin nefesini kesin
Teröre karşı kontra terör
Bir sincabı ceviz yiyor diye öldüremezsiniz.
Ne de Lipsos balığını yosun sindirdi diye.
Hiçbir yunus taklak attı diye suçlanamaz.
Ne de balinalar bir acaib fıskıyedir
------------------------------ummanlarda
Hiç kimseyi öldüremezsiniz siz,
O Holding kıçınıza kalmamış.
Bir insanı öldürmek kendisi kendisi
-------------------------------olduğu için
Kimse bir Devrimciyi öldürememiştir
Mahkemeler, avukatlar, kafesler, nefesler
Kimse bir Devrimciyi öldüremez
Öldüremezler
Semender..
Şimdi zorla nefes aldığım bu noktada
Nefes darlığından gelen ölüm
Gusman'ın idamına itiraz
Onun kesilen nefesi benim nefesimdir
Nefesi sade Latin Amerika değil, bütün
-----dünyada yürekler attıkça, kandamarları
-----işledikçe, beyinler çalıştıkça..
-----kesilmeyecektir.
Gusman yeni doğmuş bir çocuktur
Biraz ağlıyor elleri yumuşacık
Benim yeni doğmuş çocuğum
Bağırıyor artık bütün öfkesiyle yeni doğan
Değiştireceğim diye bu Dünyayı
Gusman'lar ölmezler
Yeniden idam edilirler (Sayfa: 62-63)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

MUSA BEĞ İÇİN
*
Musa Anter çağımızda
Yeni bir Selâhattin Eyûbiydi
Onun ipek kesen kılıcı varsa
Musa Beğin Türkçesi
Ve de o güzelim Kırmancası vardı
Herkesin yaya gittiği yerde
---O filinta bacaklarıyla
---------------koşardı.
Musa Peygamber Kızıldeniz'in
-----dalgaları arasından
----------nasıl ulaştıysa
O da kardaşlıkla
----------dünya kardaşlığıyla
----------ulaştı karşı kıyıya
Musa Beğ için akan göz yaşları
----------yediveren mermilerdir
--------------------birer birer (Sayfa: 70)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

SOSYALİST UÇURTMA
*
Tut ki koyverdin kendini rüzgâra
Allı dallı bir uçurtmasın sen
İpin ucu bir çocuğun elinde
Artık havalardasın
Öbür uçurtmalarla bulutlar içinde
Takla-takla, cilet-cilet..
Derken çocuk koyveriyor ipi elinden
Serbestsin göklerde
Takılmak üzre bir telgraf teline
Bir mevsim orda kışlayacaksın..
Kuyruğu gitmiş, kâğıtlar parçalanmış
Çıtalar kalmış tek senden geride
Gelen geçen bakıp yine bir çocuk
-------------------------düşüyle sana
İç çekseler de çekmeseler de
Morgda morlaşmaktan daha iyidir
Bunun ayrı bir aydınlığı
Rüzgârı var
Titreşimi, muştusu, ümidi.. (Sayfa: 72)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

ORMANCASINA
*
İnsanlığın üstüne bebek çiş etmişçesine
Bizim sosyalizm
Bokunu çıkarıyor işin arasıra
Yaprakları bırakıp kirazları sayacağım derken
Köklere kibrit suyu ekiyor
Belki de sanayiye fazla merakımızdan bu
Çok hızla makinalaşmak istiyoruz
Yeşille doğayla evrenle dengeyi unutup
Diyalek-dil'e boşveriyoruz
Bir balta girmemiş ormanda dönüyor sınıf mücadelesi
Özgürlük kadar hapis ağaçlar arasında
Kardeşçesine düşmancasına ve yoldaşçasına (Sayfa: 74)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

İTİRAF
*
Nahit Hanım söyledi yine
Neden babama yazmışım da
-----anama şiir döktürmemişim
Kaç kere yazdım
-----cebimden uçup gittiler
Ben onyedi yaşında beni yıkayan
Anneme şiir yazacak kadar şair değilim (Sayfa: 76)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

ŞARKI
*
Gece güneş gündüz karanlık
Nerde kaldı o eski yârenlik
İçerim ki kör lâmbadır içerim
Yolun gözler ışıl ışıl gözlerim (Sayfa: 77)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

SIR
*
Aynanın sırrı nedir ki
Kırıldığında
Beni bile göstermediği zaman (Sayfa: 78)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

FOLKLOR ŞİİRE YARARDIR
*
Ben Cilo'nun doruğ'na durmuşam
Şiirlerle vuruşmuşam
Kem sözüyle dostun vurulmuşam
Şairim ben bir keçiyem
İnatçı leş kokulu ayağına tez
Sarpı serap bellemişem
Gözüm yukardan bakıyı
Dalgın dalgın aşağı
Düşünmüyom bile
Düze nassı ineceğem
Kayya gibiyem
Ya da bir çığ diyem
Ya da bir çağ
Lorka gibi (Sayfa: 80)


I
*
Başımın üstünde şemsiye
Yerde yapraklar
Fısıltılar akıyordu ayaklarımın arasından
Kapattım şemsiyeyi bir yıldız düştü (Sayfa: 82)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

II
*
Yeşilin içindeki yeşilleri göreceksin
Mavinin içindeki mavileri
Seslerin içindeki sessizliği
Artık beyninin gerisinden konuşacaksın
Soğancığından o sağır ama konuşkan
Beethoven'in kulaklarından
O sadelikte bir kallâvi kahve
Her yerin ağrıyacak sen ağaracaksın
Denizin ortasından yükselen bulutlarla
Bir dolunayleyin
Bir ayağın gökte
Bir ayağın dal uçlarında
Yeni bir meyva olgunlaşıyor olgunlaşmış
Düşecek dalından ölümsüz ölüm
III
Sessizlikten yaratmışsa evreni yaradan
Seslerden sessizlikler yaratmaktır yaratıcılık (Sayfa: 84)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

IV
*
Devrimin kığıştısı hâyi-huyu içinde
En sâkin atom çekirdeğidir parti
Susarak konuşur konuşarak susar
Moleküllerin en gıcırtılı halkasını yoklaya kollaya (Sayfa: 86)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

V
*
Suyun gözü yeşil başlı ördeklerde
Fal bakıyor tenine çizdikleri hârelerle (Sayfa: 87)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

VIII
*
Uyandırıldı mı ihtiyarlar
Uyuyamazlarmış gayrı
Uyuduk mu
Bir daha uyanamayız diye (Sayfa: 90)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

IX
*
Aşkın iki sükûtu olacak
Biri bakışıp bakışıp konuşup
Elele tutuştuktan sonra
*
İkincisi, sevişip, sevişip, sevişip
Oraları suya erdiği yerde
*
Bir üçüncüsü neden olmasın
Ayrıldıklarında
Oysa sükûttan ziyade sükut
Uçurumda yeni bir mevsim
Keçi boynuzlarıyla (Sayfa: 91)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

X
*
Başında Birinci Dünya Harbi'nin
Rusya'dan Almanya'ya geçerken
Sınırda piyastos ederler Nicinski'yi
Şifre bulunmuşmuş da üstünde
Koreografi notaları aslında onlar
Uçan Adam'ın kendi icat ettiği..
İki ay çileden sonra damda
Paris'e varır
Bir bale resitaline çıkar
Önceden ayarlanmış..
O bir sıçrayışta beş metre atlayan balet
Sahneye çıkar çıkar ama
Hiç kımıldamaz bir yirmi dakka
Kılı kıpırdamaz
Harbi Protesto için
Bir alkış bir alkış..
Tımarhâneye götürürler ordan
Otuz yıl daha yaşar dört duvar arasında
Kımıldamadan konuşmadan (Sayfa: 92)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

XI
*
Ölüm nedir diye sorsalar
Toprakla abdest almaktır derim
Sular kesildiği zaman
Kâfirler tarafından (Sayfa: 94)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

XIII
*
En deli renkler çizgilerle
Gören gözlere tünekler kurar
''Konsun üstüne, dinlensin diye kuşlar'' (Sayfa: 96)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

XIV
*
Siz hiç bir damla yağmurla bir tuttunuz mu dünyayı
Birden çıplak başınıza damlayan
Sonra bir sağnak
Ayaklarınızı ıslatan
Üstlüğünüzü geçip teninize işleyen
Bir medar yağmuru
Sonra bir ebemkuşağı
Geçin o kemerin altından öbür dünyaya

Sessizce (Sayfa: 97)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

XX
*
Çok tatlı bir düş görürken birden
-Öyle de mutlusundur ki-
Düş düşüverir onuncu kattan
Böyle düşlerdir hep ömrümüzce süren
Onuncu kattan düşmüşçesine
Konuşur konuşur konuşurken
Sebepsiz dan diye susuvermemiz
Sanki bir daha konuşmamacasına..
Kimbilir belki de ölüm
Hatırlamaktır önce öldüğümüz bir ölümü
Eflâtun'un dediğince insanlar dünyaya gelirken
Bütün dilleri bilirlermiş de unuturlarmış sonradan
Ölüm de bu emsal bilip de unuttuğumuz bir dil olmasın
Hatırlanmaya muhtaç.. (Sayfa: 103)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

XXI
*
Ölürsem neye gam yerim ki en çok.?
Bidaha küfredemeyeceğime (Sayfa: 104)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

XXIV
*
Satranç oyunu çapadır bir atılmış derine
Sesi sedâsı çıkmayan Haçlı Seferi
Kalelerden saldırılsalar da ses çıkmaz
Ne mancınık ne balyemez
Atlar kişnemez filler böğürmez
Vezir hutbe okumaz
Piyadeler geberseler de birer birer
Ses verir sır vermezler
Yine de hepsi Şah der sırasında
Şaha
Tek şahlar birbirine Şah demeyen
Ne barışsever kullar
Ne hırsız-gürsüz sultanlar (Sayfa: 107)

#CanYücel #GüleGüleSeslerinSessizliği

Kaybederken kazanmayı şiirden gördüm
Öyle bir harp meydanına döndü ki ömrüm
Mağlup bir şah iken gâlip bir nefer-i merkum
Yürüyorum sılaya, uyağımda ölüm.

Felsefe Tarihi 2, Hellenizmden Augustinus'a (Editörler: Umberto Eco - Riccardo Fedriga) (Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı)

  HELLENİSTİK ÇAĞDA FELSEFE VE BİLİM * ''Klasik felsefenin Hellenistik döneminin genelde (Büyük İskender'in ölümünden tam olarak...