Arka Kapak
*
Unutulmaz 'Kumların Kadını'nın yazarı Abe Kobo, günümüz Japon yazarlarının en başta gelenlerindendir. Modern çağın korkunç bir teşbihsel ifadesi olan Kutu-Adam, bize biraz Beckett'in oyunlarındaki tarzı çağrıştırıyor. Kafasını ve vücudunun üst tarafını kartondan bir kutu içine gömen bu adam, insanoğlunun hor görmesiyle bir fıçıya sığınmış alaycı bir Diyojen değildir. Bir karşıt kahramandır, kötülüğü güçsüzlük olan efsanevi bir varlıktır. Bir bakıcıdır aynı zamanda, çünkü dış dünya ile kurabildiği tek ilişki bakışı sayesinde olmaktadır. Bu belirsiz, anonim kişilik toplumsal baskılardan korunmak için kendi ile başkaları arasına bir ekran yerleştirmiştir; kutu ise, onun için hem güven verici hem de koruyucudur. Acı çekmesine ve yapayalnız olmasına rağmen mizaha ve hatta aşka da yetkindir. Kendisi de doktor olan Abe Kobo için, yıkık bir kişilik herhangi bir yolla yeniden şekillendirilebilir. Kutu-adam da, sevdiği kadın sayesinde, kendi iradesiyle boynundaki zincirden kurtulacaktır.
Yoğun ve kuvvetli bir dille yazılan roman, Japonya'da çok büyük bir başarı sağladı ve on beş kadar dile çevrildi.
*
*
''..pratik açıdan, standart boyutlarda bir kutu seçmek tercih edilebilir. Temin etmesi daha kolay olur. Üstelik, değişik boy ve biçimlerdeki ürünler için kullanıldıklarından çok sağlam olurlar. Son olarak, ki bu en önemli sebeptir, bunları diğer kutulardan ayırt etmek zordur. Yüksek kalitede kutular ise, hemen göze batar, kolayca fark edilirler.'' (Sayfa: 9)
*
''A.'nın tek hatası, kutu-adam olma konusunda bir başkasından daha bilinçli olmasıydı. Onunla alay edemezsiniz. Bir kere bile olsun, kimliği belli olmayan insanlar için var olacak, kimliği belli olmayan ve kapıları fark gözetmeksizin herkese açık olacak bir şehir hayal ettinizse; kendinizi bir kere bile olsun, yabancı insanlar arasında, savunmaya gerek duyulmayacak bir şekilde, amuda kalkıp yürüyebileceğiniz veya kimse bir şey demeden sokakta uyuyabileceğiniz; yeteneğinizle gurur duyuyorsanız şarkı söyleyebileceğiniz ve bütün bunları yaptıktan sonra, arzu ederseniz o kimliği belli olmayan kalabalığa karışabileceğiniz bir şehide düşündünüzse, kayıtsız olamazsınız, zira siz de her zaman onunla aynı tehlikelerle karşı karşıyasınız.
İşte bu nedenle, hiçbir zaman bir kutu-adama si*lah doğrultmamak gerekir.'' (Sayfa: 19)
*
''..bir kutu-adamın gözleri asla yanıltılamaz. Bakıştaki ifadeden, arka planda saklı yalanları ve art niyetleri anlar. (..) Öyle bir yol göstermişlerdi ki, gidilecek hiçbir yer kalmamıştı ama kaybolmak da mümkün değildi. (..) Göze labirent gibi üç-dört yol fazladan sunan bir manzaranın gerçekliği, hakikiliği hoşuma gidiyor. (..) .. görüşe açık birçok düz yolun bulunduğu taşra şehirlerine karşı alerjim var.'' (Sayfa: 30)
(Sayfa: 39) |
Bu sınırın dışına çıkmak niyetindeyseniz, duvarın üzerinden atlamanız, sağından ya da solundan dönmeniz gerek. Burası merkez olduğundan, nereden dönerseniz dönün aynı zamana ihtiyacınız olacaktır. Normalde, bir buçuk gün gerekir, ama yolda dinlenecekseniz süre bundan da fazla tutacaktır. (Sayfa: 39)
*
''Pagurus'un durumu için bile denir ki, bir defa hayvan kabuğunun içinde yaşamaya başladı mı, vücudunun zırhla korunan dış kısmı yumuşar ve sebepsiz yere dışarı çıkmaya zorlanırsa ezilerek ölür. Bir kutu-adam, sadece daha önceki durumuna geri dönmek şartıyla kutusunu çıkartabilir. Kutusunu elden çıkartırsa, bu tıpkı bir böceğin metamorfozu gibi, başka bir dünyada şekil değiştirmek içindir.''
*
Pagurus: Deniz kabuklularının içine sığınarak yaşamını sürdüren bir böcek cinsi. (Sayfa: 45)
*
''Etrafındaki manzarayla ilişki içindeyken, insan yalnızca gereksinme duyduğu kısmını aklında tutma eğiliminde oluyor. Örneğin bir otobüsün durduğu yer hatırlanır da, etraftaki söğüt ağaçları hiç hatırlanmaz. İstensin ya da istenmesin, yere düşmüş bir yüz yen dikkati çeker, buna karşılık eğilmiş ve paslı eski bir çivi ya da yol kenarındaki azgın otlar hiç yokmuş gibi farzedilebilir. (..) Ama kutunun deliği gözlem çerçevesi olarak alındığında, her şey olduğundan farklı gözükür. Görülen manzaranın çeşitli detayları homojenleşir ve eşit anlamda iz bırakırlar.'' (Sayfa: 46)
*
''Çıplak vücut, etten vücudu malzeme olarak kullanır, göz şeklindeki parmaklarla yapılmış bir sanat eseridir.'' (Sayfa: 52)
*
''..elbiselerini çıkartmaya başladığında, onları tamamen çıkarttığınki durumundan çok daha fazla çıplaksın. (..) Bir eylem içinde olan çıplaklık, basit çıplaklıktan daha saf bir çıplaklıktır.'' (Sayfa: 61)
(Sayfa: 82) |
''Eğer insanlar başkalarından kaçarak yaşamaya devam ederlerse, bunun nedeni insan gözünün yanlışlıklar ve sanrılar yarattığına emin olmalarıdır. Benzer elbiseler giyerek saçlarını aynı şekilde yaptırarak, birbirleri tarafından fark edilmemek için bir hile arıyorlar. Ben karşımdaki insanın yüzüne tam bakmıyorsam, o da bana tam bakmama eğilimine girecek ve eğik bakışlarla dolu bir hayat sürmeye doğru gidilecektir. Eskiden ''pilori'' (*) diye bilinen bir ceza uygulanırmış ama fazla zalimce bulunduğu için aydınlanmış toplumlar bundan vazgeçmişler. Birini dikizlemek genellikle hor görülür, çünkü dikizlenenin tarafında olmak istenmez. Kesif bakışların arasında kalırsan ve bundan kaçamayacak bir durumdaysan, karşılığında para istemen doğaldır. Sözgelimi, sinema veya tiyatroda seyredenler para verme, seyredilenler de para alma durumundadırlar. Kim olursa olsun, görmeyi görülmeye tercih eder. Ardı arkası kesilmeden satılan seyir cihazları, televizyonlar insanların %90'ının çirkinliklerinin farkında olduklarını göstermektedir. Ben de zaten bu şekilde miyop oldum..''
*
PİLORİ: 19 yy.'a kadar uygulanan bu cezada, mahkûmlar aşağılanmak ve karalanmak amacıyla bir tahtaya kafalarından yerleştirilerek, halkın gözü önünde ortalama iki saat sergilenirlerdi. (Sayfa: 85)
*
''Sağ gözün sol gözü tanıması neye yarayabilir.? Temel şey, güven içinde ve doğal bir ortak ilgi üzerinde iletişim kurabilmek ve özel olarak fark edilmeyen bir nokta üzerinde yoğunlaşabilmektir.'' (Sayfa: 89-90)
(Sayfa: 96) |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder